Quantcast
Channel: Girişim Haber - Başarı Hikayeleri
Viewing all 248 articles
Browse latest View live

FAO Tarafından Kabul Edilen İlk ve Tek Türk Girişimi: Nanomik!

$
0
0

Dünyada girişimcilere en fazla kaynak sağlayan ilk üç girişimcilik yarışması arasında yer alan veİTÜ Çekirdek Erken Aşama Kuluçka Merkezi tarafından düzenlenen Big Bang Startup Challenge, bu yıl da birbirinden iddialı girişimleri yatırımcılarla ve kurumsal şirketlerle buluşturuyor.

İTÜ ARI Teknokent bünyesinde bulunan ve Türkiye’de girişimciliğin yaygınlaşmasına önemli katkılar sağlayarak, başarılı girişimcileri yatırımcılar ve kurumsal şirketlerle bir araya getirenİTÜ Çekirdek, Türkiye’nin hatta dünyanın geleceğine etki edecek girişimlere destek olmaya devam ediyor. Bu girişimlerden biri olan ve bu yıl oldukça dikkat çeken Nanomik, geliştirdiği doğal gıda koruyucu ile Türkiye’nin özellikle ihracat sürecinde yaşadığı sıkıntılara çare olmayı; meyve ve sebzenin yanı sıra kuruyemişte daha tüketiciye ulaşmadan ortaya çıkan yüzde 25’lik kaybın da önüne geçmeyi hedefliyor.

Gıda ve Tarım Sektöründeki Ürünlerin Raf Ömrü Uzayacak

Şu anda doktora eğitimine devam eden ve şirketin kurucularından olan Buse Berber Örçen, 13 kişilik ekiple birlikte geliştirdikleri ürüne ilişkin şu bilgileri veriyor: “Teknoloji çok hızlı gelişiyor, her geçen gün yeni bir teknoloji haberi okuyoruz ancak hala hiçbir teknoloji gıdalarda küflenme probleminin önüne geçemiyor. Küf ve küf kaynaklı problemlerin önüne geçmek için kullanılan sentetik koruyucular ise hem doğaya hem de insan sağlığına ciddi zararlar veriyor. Etkili bir çözüm bulunamaması sebebiyle her sene üretilen taze meyve ve sebzenin %25’i küflenme veya ticari limitler sebebiyle israf oluyor. Nanomik, bu israfı engelleyebilecek, meyve sebze ve kuruyemişlerin bozulmadan ilk günkü tazeliğinde kalabilmesi için %100 doğal koruyucular geliştiriyor. Üretim aşamasında, marketlerde ve hatta evlerimizde bile kullanılabilecek doğal koruyucumuzun, global bir problem haline gelen gıda israfına çözüm olacağını düşünüyoruz. Özetle, daha doğal, kimyasal içermeyen gıdalar ve daha sağlıklı bir dünya hedefliyoruz.”

Gıda Firmaları Kaygılı, İhracat Sıkıntılı, Çiftçi Zararda

Sektördeki gıda firmalarının kaygılarına da çare olacak ürün ciddi avantajlar sağlıyor. Örneğin, koruyucu malzeme kullanırken firmaların ambalaj maliyetleri artırıyor. Kilo başına 1 liralık antimikrobiyal paketleme, 1 tonda 1000 TL olarak karşılarına çıkabiliyor ki bu firmalar için oldukça yüksek bir rakam anlamına geliyor. Kimyasal koruyucular ise ülkelerin koyduğu ticari limitler sebebiyle ihracatta problemlere sebep olabiliyor. Nanomik’in geliştirdiği doğal koruyucular, taze meyve ve sebzenin dalından alındıktan sonra meyve-sebze işleme tesislerinde yıkanmasıyla başladığı noktadan evlerde tüketimine kadar koruyarak, bu yükü gıda firmaları adına ortadan kaldırabiliyor. Bu ürün ile, Türkiye’de taze meyve ve sebze endüstrisinde daha tüketiciye ulaşmadan ortaya çıkan yüzde 25’lik kaybın önüne geçmesi hedefleniyor.

Dünya Gıda ve Tarım Örgütü tarafından “Save Food” Organizasyonu’na kabul edildi

FAO’nun (Dünya Gıda ve Tarım Örgütü) “Gıdayı Koru (Save Food)” adı altında başlattığı kampanyaya da değinen Örçen, FAO’nun bu unvanı dünya üzerinde belli başlı firmalara verdiğinin altını çizerek şunları söyledi: "Yalnızca "Save Food – Gıdayı Koru" unvanı verilen firmalar bu listede yer alabiliyor. Nanomik şu anda bunu gerçekleştirebilen ilk ve tek Türk girişimi. Bunu kazandırabildiğimiz için çok mutluyuz. Umarız ülkemiz adına girişimimizi yurt dışında çok daha fazla ülkede duyurma fırsatımız olur."

Nanomik hakkında daha detaylı bilgi edinmek isterseniz www.nanomik-tech.com web adresini ziyaret edebilirsiniz.

Haberimizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.


ETİ'nin Kurucusu Firuz Kanatlı'nın Başarı Hikayesi

$
0
0

Tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybeden ETİ Şirketleri Onursal Başkanı ve ETİ Makine Yönetim Kurulu Başkanı Firuz Kanatlı, Türkiye iş dünyasının yetiştirdiği en önemli isimlerden biriydi.

Türkiye’de pek çok kuşak onun kurduğu ve dünya devlerine kafa tutar hale getirdiği ETİ şirketinin “Bir bilmecem var çocuklar” sloganı ile büyüdü.  Ancak ETİ Şirketleri Onursal Başkanı ve ETİ Makine Yönetim Kurulu Başkanı Firuz Kanatlı, bu uzun yıllar boyunca kamuoyunun önüne çıkmaktan, röportaj vermekten hep uzak durmayı tercih etti.

Fakat tam 17 yıl önce, Capital Dergisi için sessizliğini bozan ve Capital Dergisi Yazı İşleri Müdürü Ebru Fırat’a konuşan Firuz Kanatlı, hayatını ve iş dünyasındaki planlarını anlatmıştı. 

İşte o röportajdan çarpıcı bölümler:

“Gümülcine göçmeniyiz”

“Ailem Gümülcine göçmenidir. Cumhuriyet kurulduktan sonra Rumlarla yapılan mübadelede Türkiye’ye gelmişler.  Gümülcine’de taşlı değirmenleri varmış. Eskişehir’e gelince aynı işi yapmaya karar vermişler ve taşlı değirmen ile işe başlamışlar. Ailem sanayici olabilmek için bir mücadele dönemi yaşamış.”

“Hayalim mimar olmaktı”

“Ben 1932’de Eskişehir’de doğdum. Üçüncü sınıftan sonra Galatasaray’a gittim. Hayallerimde mimar olmak vardı, fakat ailemin arzusunu takip ederek İsviçre Cenevre Üniversitesi’nde İşletme lisansı yaptım. Daha sonra babamın amcam ile ortak olduğu un fabrikasında çalışmaya başladım. Ancak orada istikbalim olmadığını gördüm. Küçük de olsa kendime ait bir işim olmasını arzu ediyordum. Babam çok büyük bir anlayış gösterdi, bana bir arsa ve bir miktar borç verdi. Sonra Sınai Kalkınma Bankası’ndan 300 bin liralık kredi aldım ve günde 3 ton bisküvi üreten bir fabrika kurdum.”

“Önce çok zarar ettik”

“1962 yılında üretime geçtiğimizde bisküviciliğin üretim ve mamul teknolojisi çok özeldi. Hiç de bilmediğim bir konu. Mevcut üreticiler bildiklerini sır gibi sakladığı için teknik destek de bulmamız söz konusu değil. Amerika ve Avrupa’dan iki kitap getirtmiştim. Takriben bir sene bu kitapları okuyup tercüme ettim. Sadece teori yeterli olmuyor, bir takım maceralar yaşayarak tecrübe kazandık. Bisküvi yapmayı öğreninceye kadar çok zarar ettik.”

“Şirketin ilk ismi ‘Bal’dı” 

“İlk kurulurken ‘Bal’ ismini seçmiştik. Fakat bu ismin tecilli olduğunu gördük. Çok kötü duruma düştük. İsmin sahibine gittik. 20 bin lira istedi. Çok paraydı, veremedik. Üç dört tane isim tespit ettik. Tek tescilli Eti çıktı. Bundan sonra çok büyük bir ivme kazandık. ”

“Ülker’i çok başarılı buluyorum”

“Ülker’i çok başarılı buluyorum. Kurucusu Sabri Ülker’e çok büyük saygı duyuyorum. İki erkek kardeş Beşler Fabrikası’nda çalışıyorlarmış. Sabri Bey muhasebede çalışıyormuş. Sonra sıfırdan başlayıp böyle bir imparatorluk kurdular. Büyük yabancı firmaların hakim olduğu sektörlere cesaretle giriyorlar. Şanssızlığımız bu kadar büyük bir grubun esas rakibimiz olması. Ancak birbirimizin kuyusunu kazan iki firma değiliz.”

Capital kaynaklı haberimizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Sürdürülebilirlikte Dünyanın En Güçlü 10 Kadınından Biri Türk!

$
0
0

2014 yılından bu yana düzenlenen ve daha önce Hillary Clinton’ın da aralarında olduğu pek çok önemli isime verilen, ‘Sürdürülebilirlik alanında Lider Kadınlar Ödülü' (WSLA), bu yıl Dr. Duygu Erten'e verildi.

USGBC ve gb&d tarafından her yıl düzenlenen Sürdürülebilirlik alanında Lider Kadınlar Ödülü (WSLA) ile dünyada sürdürülebilirlik alanında fark yaratan en güçlü kadınlar ödüllendiriliyor. gb&d (Yeşil Binalar ve Tasarım) , USGBC (Amerika Birleşik Devletleri Yeşil Binalar Konseyi) ve Sürdürülebilirlikte Dünya Liderleri Kadınlar grubu tarafından bu yıl 4.kez verilen ödül, mimari ve çevrecilik alanında dünyanın en prestijli ödüllerinden biri.

Amerika’nın Boston şehrinde önceki akşam gerçekleşen ödül töreninde, çevreyi korumayı misyon edinmiş, daha yeşil ve temiz bir dünya için çalışan başarılı kadınlar arasından seçilen 10 kişi açıklandı. Önceki yıllarda Hillary Clinton, Bea Perez (Coca-Cola), Angela Foster-Rice (United Airlines), Arielle Bertman (Google) ve Jeanne Gang (Studio Gang Architects) gibi güçlü isimlerin kazandığı ödüle bu yıl layık görülen isimlerden biri de STK lideri, akademisyen, danışman ve aktivist Dr. Duygu Erten oldu.

Peki WSLA Ödülünü Kazanan Dr. Duygu Erten Kimdir?

Dr. Duygu Erten, Boğaziçi Üniversitesi İnşaat Mühendisliğinden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını ABD’de bursla Rutgers Üniversitesinde İnşaat ve Çevre Mühendisliği dalında tamamladı. Princeton Üniversitesinde araştırmacı olarak çalıştı.AECOM ve BOVIS Lend Lease firmalarının Los Angeles ofislerinde lisanslı mühendis olarak çalıştı ve aynı zamanda Güney Kaliforniya Üniversitesi (USC) de dersler verdi.Harvard ÜniversitesiSchool of Public Health bölümünde “Sürdürülebilirlikde Liderlik” alanında Executive Programı tamamladı.

Türkiye’ye döndükten sonra Clinton Vakfı-Clinton İklim Girişimi Direktörlüğü yapan Erten aynı dönemde Çevre Dostu Yeşil Binalar Konseyinin eş kurucusu olmuş, derneğin Başkan ve Başkan yardımcılıkları görevlerinde bulunmuştur.Halen Uluslararası İlişkilerden sorumlu ÇEDBİK Başkan Yardımcısı,Yeşil Okullar Komisyonu Başkanı, LEED-Uluslararası Komisyon Üyesi.

Erten, ABD Yetkin İnşaat Mühendisi (PE) olup,LEED AP BD+C, LEED Faculty, BREEAM AP, BREEAM Communities, BREEAM In-Use, DGNB, WELL, CEEQUAL ve C2C gibi uluslararası yaygın yeşil bina sertifikasyonlarında akreditedir.Erten, Piri Reis Üniversitesi, Rönesans Küçükyalı Kampüsü,Boğaziçi Üniversitesi, Türkiye Müteahhitler Birliği Merkez Ofisi gibi öncü projelerin yeşil stratejilerini kurgulamıştır. Erten, 2014’de LEED sertifikasını veren, ABD Yeşil Binalar Konseyi (USGBC) Yönetim Kuruluna üye oylarıyla seçilen ilk Türk oldu.

2012 yılında Dünya Yeşil Binalar Konseyleri tarafından sürdürülebilirliğe global katkı yapmış liderlere verilen “Başkanlık Ödülü” nü alan Erten’e,2016 yılında İngiliz Bina Araştırma Kurumu (BRE) yeşil binalar alanında mesleki anlamda en kıdemli profesyonellere verilen BREEAM Fellow ünvanı vermiştir.

Dr. Erten, Sabancı, Boğaziçi ve Medipol Üniversitelerinde sürdürülebilirlik/yeşil tasarım ve inşaat ve sivil toplum örgütleri yönetimi ve etik dersleri vermiştir.

Bu yıl WSLA ödülünü kazanan diğer isimler ise şöyle;

  • Deb Frodl (GE Ecomagination),
  • Catherine Luthin (Luthin Associates, Inc.),
  • Ilana Judah (FXFOWLE Architects), 
  • Sandra Leibbowitz (Sustainable Design Consulting), 
  • Susan Rochford (Legrand North America), 
  • Lynn N. Simon (Thornton Tomasetti), 
  • Gillan Taddune (Banyan Water),
  • Virge Temme (Virge Temme Architecture),
  • Wendy Vittori  (HPD Collaborative). 

Haberimizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Eşinden Kalan Borçlu Şirket, Şimdi Avrupa'nın En İyileri Arasında!

$
0
0

Denizlili iş adamı Osman Nuri Sözkesen'in ölümü sonrası çocuklarıyla el birliği yaparak borç içindeki şirketin başına geçen eşi İlknur Sözkesen, 9 yılda sektöründe Avrupa'nın en iyileri arasına girdi. 

Denizlili tekstil ihracatçısı Osman Nuri Sözkesen'in ölümü sonrası çocuklarıyla el birliği yaparak eşinin mirasına sahip çıkan İlknur Sözkesen, borç içindeki şirketi 9 yılda adeta yeniden kurdu.

Üniversite yıllarında hayatlarını birleştiren, Japonya'da gördükleri eğitim sonrası kurdukları konfeksiyon şirketiyle ihracat yapmaya başlayan Sözkesen çifti, Türkiye'nin henüz tanımadığı Japon üretim modeliyle işlerini kısa sürede büyüttü. Havlu ve bornoz üretim merkezi olan Denizli'de boyahane ihtiyacını karşılamak üzere borçlanarak tesis yatırımına giren Osman Nuri Sözkesen'in ani ölümü sonrası hayatının en zor günlerini yaşayanİlknur Sözkesen, beklentilerin aksine dört elle işine sarıldı.

Eşinin mirasını büyütmek için o dönemde 17, 21 ve 23 yaşlarında olan 3 çocuğunu ve aileye katılmaları sonrası gelinlerini de işe dahil ederek büyük bir mücadele veren Sözkesen, aradan geçen 9 yılda söz konusu tesisi Avrupa'nın en büyük havlu boya terbiye tesisi haline getirdi.

Merkezefendi ilçesi Gümüşler Mahallesi'nde bulunan 30 bin metrekare kapalı alanlı tesiste 250 çalışanıyla gelecek planları yapan Sözkesen, yaşadığı zorlukları ve geldikleri noktayı "Ben bütün zorlukları pozitif olmam sayesinde aşabildim. Hiçbir zaman negatif cümle kurmam"  sözleriyle özetledi.

Eşinin vefat ettiği 7 Ekim 2009 gününün kendisi için dönüm noktası olduğunu söyleyen Sözkesen, yaşanan acıya rağmen eşinin tırnaklarıyla kazıyarak kurduğu eseri yaşatmak için ailesi ve çalışanlarla birlikte büyük bir mücadele verdiklerini belirtti.

Eşiyle birlikte Japonya'da gördükleri eğitim sırasında da çok zorluklar yaşadıklarını ve  eşinin vefatı sonrası da bir süre kendisini toparlayamadığını ifade eden  Sözkesen, şöyle devam etti: "1985 yılına kadar eğitim için Japonya'da kaldık. Zor dönemlerimiz oldu, hem okuduk hem çalıştık. Eşim bulaşıkçılık yapardı, ben de pastanede kasiyerlik yapardım. Evde kendi ekmeğimizi dahi kendimiz yapardık. O zaman bazı sıkıntılar yaşandı. Bir konfeksiyon şirketi kurduk. 5 kişiyle başlayan bu firma, kentin tek ihracat yapan kuruluşuydu. Sadece bornoz dikip satıyorduk. Türkiye'de Japon işletmeciliğini öğrenen ve uygulayan ilk biz olduk. Bunun da etkisiyle işler hızla büyüdü. İplikten konfeksiyona uzanan bir yolculuktu. Boyahanemiz kurulduktan sonra hızla gelişti, büyüdü. 2009'da eşimi kaybettikten sonra zor günler yaşadım. Allah'tan çocuklarım sayesinde şirketi toparladık. Ekibimiz dağılmadı. Hepsi bana destek verdiler. Hep birlikte dağılmadan disiplinli bir şekilde devam ettik. Mecbur kaldığımız için kar etmeyen kuruluşları kapatmak zorunda kaldık. Bu işi bırakıp gitmeyi hiç düşünmedim. İş hayatında disiplin ve motivasyon çok önemli. Bunları elinizden asla bırakmayacaksınız. Ben bütün zorlukları pozitif olmam sayesinde aşabildim. Çocuklarım ve çalışanlarımla sohbetlerimiz hep pozitif olmuştur. Hiçbir zaman negatif cümle kurmam."

Sözkesen, bankalara olan borçlarının çoğunu ödediklerini, bir kısmının ödemelerinin de yapılandırma kapsamında devam ettiğini belirterek, mevcut boyahaneyi yeni makinelerle geliştirdiklerini, katma değeri yüksek ürünler üretmek için çalıştıklarını anlattı.

Şirketin başına geçtiği yıl günlük 25 ton kumaş boyayabilen tesisin bugün 50 tona ulaştığına dikkati çeken Sözkesen, "Fabrikamızda yıllık 16 bin ton kumaşın boyanıp terbiyesi yapılıyor. Biz bu rakamla Avrupa'nın ve Türkiye'nin en büyük boyahanesi haline geldik. Ortak olduğumuz arıtma tesisi sayesinde çevreci bir fabrikayız. Günlük kullandığımız suyun yarısını geri kazanıyoruz. Böylece sudan yarı yarıya tasarruf etmiş bulunuyoruz. Bu uygulamayı yapan Türkiye'deki tek firmayız" dedi.

Geliştirdikleri terlemeyi önleyen kumaşlarla üretilen pijamaların ABD'de bir sektör dergisi tarafından geçen yıl "en iyi ürün" seçildiğini dile getiren Sözkesen, gelecekte teknik tekstillerde büyümeyi öngördüklerini kaydetti.

Yeni Şafak kaynaklı haberimizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Yılın Kadın Girişimcisi Ödülü Ayşegül Akşak'ın Oldu!

$
0
0

Dünyanın en prestijli iş ödüllerinden Stevie Awards'da 170 kişilik jüri, Yılın Kadın Girişimcisi dalında Gümüş Ödül'e ActionCOACH Türkiye kurucu ortağı Ayşegül Akşak'ı layık gördü.

İşletme koçluğu alanında hizmet veren Dünya'nın bir numaralı firması ActionCOACH'u 2012 yılında ortaklarıyla birlikte Türkiye'ye getiren Ayşegül Akşak, "Stevie Awards for Women in Business"ta (İş Kadınları İçin Stevie Ödülleri), "İş Hizmetleri" (Business Services) dalındaki ödülün sahibi oldu.

Bu yıl 25 ülkeden bin 500'den fazla başvurunun yapıldığı "Stevie Awards for Women in Business"ta Yılın Kadın Girişimcisi seçilen Ayşegül Akşak,ödülü alırken yaptığı ve salondan büyük alkış alan konuşmasında, "ActionCOACH, üç kadın girişimci tarafından, Türkiye'deki kadın girişimcileri güçlendirmek amacıyla kuruldu. Bu ödülü, hayallerini gerçekleştirmeleri için çalıştığım, birlikte başarıya yürüdüğümüz kadınlara borçluyum. Stevie Ödülü, onları da güçlendirecek ve cesaretlendirecek" dedi.

Ortadoğu Teknik Üniversitesi Ekonomi bölümü mezunu olan Akşak, henüz 21 yaşındayken kendi turizm acentesini kurdu. Mezuniyetinin ardından finans sektörüne geçerek, Akbank, Deutsche Bank ve HSBC Bank'ta görev yaptı. 2012 yılında iki ortağı ile birlikte, Dünyanın 1 numaralı işletme ve yönetici koçluğu firması ActionCOACH'u Türkiye'ye getirdi. Bugün de ActionCOACH'un Türkiye Temsilcisi olarak işletme ve yönetici koçluğu yapıyor. İşletmelere yeniden yapılanma ve büyüme süreçlerinde eşlik ederek hayallerine ulaşmalarına yardım etmenin mutluluğunu yaşadığını belirten Ayşegül Akşak, hayatının kalan kısmını, girişimci olmak isteyen gençlere, Start-Up ların kanatlanıp uçmasına, kadın patronların her şeye rağmen işlerini büyütmelerine, yeni teknolojilere, yeni pazarlara, şirket yönetimlerinin ikinci kuşak gençlere devirlerine adayarak geçireceğini söylüyor.

Ödülü, girişimcilikte rol modeli olan annesine adadığını belirten Akşak, ActionCOACH olarak bugüne kadar 3 bine yakın kadın girişimciye dokunduklarını, önümüzdeki dönemde bu sayının katlanarak artacağını belirtiyor.

CNN Türk kaynaklı haberimizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Türkiye'nin Down Sendromlu İlk Girişimcisi: Ozan Ulusoy!

$
0
0

Matbaacılık Kalfalık Belgesi olan Down sendromlu 29 yaşındaki genç girişimci Ozan Ulusoy, İŞKUR Hibe Desteği ile kendi işinin patronu hayallerinin de kahramanı oldu.

1988 yılında Kahramanmaraş'ın Elbistan ilçesinde doğan Ozan Ulusoy, Eryaman Cumhuriyet İlköğretim Okulunu bitirdikten sonra 4. Akşam Sanat Merkezi'nin Matbaa Genel Bölümü'nde eğitim hayatına devam etti. Buradaki aldığı eğitimi çırak olarak başarıyla tamamlayan Ulusoy, daha sonrasında ise kalfalık sınavına girerek "Kalfalık Belgesi" almaya hak kazandı.

"Aşkın Şarkısı" isimli yayınlanmış bir şiir kitabı bulunan, ayrıca bir çok söyleşi ve imza gününe katılarak engelli duyarlılığı konusunda farkındalık yaratan Ozan Ulusoy, “DOWN’LA YAŞAMAK” isimli yaşam öyküsünü mizahi açıdan süslediği performanslarıyla anlatıyor.

Çankaya Belediyesi Çengel Kafe’de 7 yıl garson olarak çalışan ve yedi farklı tiyatro oyununda da oynayan Ulusoy, BİMEKS Elektronik Mağazasında on ay satış destek elemanı olarak çalıştıktan sonra “Ben şair adamım neden oyuncak satıyorum?” diyerek istifa etti.

Tam da bu sırada hayatı değişen Ulusoy, "Benim Reklam Ajansım : DOWN REKLAM AJANSI" isimli proje ile İŞKUR Genel Müdürlüğü tarafından desteklenerek kendi reklam ajansını kurdu.

Ozan Ulusoy, 2015 yılında ODTÜ Genç Girişimci Topluluğu tarafından düzenlenen “Kristal Ağaç Ödülleri” adlı organizasyonda “Yılın Girişimcisi”ödülü alarak "Türkiye'nin Down Sendromlu İlk Girişimcisi" ünvanını da almıştı.

Türkiye'nin Down Sendromlu İlk Girişimcisi ünvanını alan Ozan ULUSOY son olarak ödüllendirildiği  ODTÜ Yılın Girişimcisi  Ödül Töreninde yaptığı konuşmada şunları söylemişti;

“Ben Ozan ULUSOY. İlk başta beni Yılın Girişimcisi ödülüne aday gösteren ODTÜ Genç Girişimciler Topluluğuna ve bu işi kurmamda destek olan İŞKUR Yöneticilerine teşekkür ediyorum. Ben bu ödülü Down Sendromlu Aileler adına alıyorum. En başta annem, babam, kardeşim, öğretmenlerim olmak üzere benim üzerimde emeği olan herkese çok ama çok teşekkür ediyorum.“

Down Reklam Ajansı girişimi hakkında daha detaylı bilgi edinmek isterseniz www.downreklam.com web adresini ziyaret edebilirsiniz. Haberimizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Tesla: Bir Teknoloji Dâhisinin Başarı Hikâyesi!

$
0
0

Geleceğe yaptığı yatırımlarla adından oldukça söz ettiren Elon Musk’ın kurucusu ve Ceo'su olduğu elektrikli araç şirketi Tesla’nın inişli çıkışlı hikayesi RedBull.com’a konu oldu. Tüm yatırımcıların gıpta ederek baktığı Elon Musk, Paypal şirketinden kazandığı paraları SpaceX ve Tesla’ya yatırarak belki de dünyada bir ilki gerçekleştirdi. Kimsenin almak istemeyeceği bir riski alarak kendi ihtimaline oynayan Musk bugün her iki başarılı şirketiyle teknolojiye ve geleceğe yön veriyor.

Kendini Fabrikaya Atan Girişimci

Sahibi olduğu PayPal’dan 180 milyon gelir elde eden Elon Musk, girişimcilik kariyerine uzmanlık alanı olan yazılımdan devam etmedi. İlk olarak 2002’de SpaceX’i 2004 yılında ise Tesla Motors’u kurdu. Tesla Motors, 6,3 milyon dolar sermaye ile hayata geçmişti ve ilk üretimlerini Menlo Park, California'da bir zamanlar Chevrolet bayisi olan garajda gerçekleştiriyordu. Dışarıdan üretilen parçalar burada bir araya getiriliyordu ancak seri üretim için büyük bir fabrika gerekliydi. Musk'ın o günlerde gözüne takılan Nummi tesisi, 1 milyar dolar değerindeydi.

Adım Adım Planlanan Başarı

Tesla projesi ilk yıllarını zor da olsa başarıyla tamamladı. 2008’de ilk Roadster modeli sunuldu ve 2010 sonuna kadar 1.300 otomobil satıldı. Tesla, Model S tasarımıyla ABD Hükümeti’nin teknoloji şirketlerine sunduğu fondan yararlanma fırsatı yakaladı. Tesla'nın ilk adımlarını bu kadar başarılı kılan, yol haritasının çok iyi belirlenmiş olmasıydı. Musk, ilk olarak yüksek kalite ve performansa sahip spor model bir elektrikli otomobil üretilebileceğini gösterecekti. Ardından, BMW ve Mercedes gibi devlere rakip olabilecek bir sedan üretilecekti. Son olarak, fiyat avantajı sağlamak için seri üretime geçilecekti. En son basamak, en zorlu adımı temsil ediyordu.

Risk Almak Başarmanın Yarısıdır

Tesla kendisini var eden, yaratıcı fikirler üreten güçlü bir ekibe sahip olmasaydı adı daha bilinmeden sönüp gidebilirdi. Şirketin ilk aracı Roadster’ın 2007 yılında 109 bin dolardan satışa sunulması beklenirken, üretimden önce hazırlanan bir maliyet raporu aracın 140 bin dolardan daha pahalıya mal olacağını ortaya çıkardı. Roadster bir tane bile satılmadan borca girilmesine neden olacaktı.

Elon Musk kendi yaptığı hesaplamalarda aracın maliyetini 65 bin dolar hesaplamıştı. İngiltere’de aracın karoserini üreten firmayı ziyarete gittiğindeyse karoseri üretmek için ihtiyaç duyulan malzemelerin bulunmadığını fark etti. Satılması bir yana Roadster’ın üretilmesi bile mümkün değildi. Tesla’nın kaybettiği sermaye 100 milyon dolara yaklaşınca Elon Musk duruma el koydu. Dönemin CEO’su Martin Eberhard’ın havlu atmasıyla elektronik üreticisi Flextronics’in eski patronu Michael Marks geçici CEO olarak göreve başladı. Durumun vahametini fark eden Marks, Roadster’ın üretimini durdurarak yaşanacak kayıpların önüne geçmeye çalıştı. Yenilgiyi kabul etmeyen Musk, 2007 yılının sonunda şirkete 20 milyon dolar daha yatırdı. Bu yatırım, Roadster sorununu çözmeye odaklanmış mühendisler için bir motivasyon kaynağı oldu. Aracın enerji sorununu çözmek içinmühendisler bataryalar boyunca dolaşan yeni bir sıvı soğutma sistemi tasarladı ve bu sistem nem, duman veya sıvı sızıntısı halinde bataryaları mili-saniyeler içerisinde devre dışı bırakacak bir devreyle desteklendi. Roadster, 200 kilovat gücündeki (288 beygir) motoruyla 0’dan 100 kilometre hıza dört saniyenin altında ulaşıyordu.

‘Her Gün Cam Yemek Gibiydi’

Tesla mühendisleri Roadster üretim maliyetini 95 bin dolara indirmişti ancak 92 bin dolar olarak belirlenen ön satış fiyatlarına ulaşmak bir yana araçtan kar etmek mümkün görünmüyordu. 2008 sonuna gelindiğinde firmanın kasasında yalnızca 500 bin dolar kalmıştı. Tesla gibi fena tökezleyen SpaceX, Elon Musk’ın kişisel servetini bitirmek üzereydi. O sırada 37 yaşındaki girişimcinin hesaplarında son 20 milyon doları kalmıştı. Kalan parası ile hala milyoner olarak yaşayabilirdi ancak Elon Musk, tekrar risk almayı tercih etti. Kendisi gibi girişimci olan küçük kardeşi Kimbal’den destek alan Musk, arkadaşlarından da topladığı paralarla 40 milyon dolarlık bir ‘kurtarma paketi’ oluşturdu. Hayallerini kurtarmak için çabaladığıo günleri Elon Musk, “Her gün cam yemek ve ölüm uçurumuna bakmak gibiydi” sözleriyle anlatıyor.

Meksika’dan Smart Kaçırmak

Ocak 2009’a gelindiğinde Elon Musk kendi yarattığı şansın yardımıyla Tesla’yı kurtarmayı başardı. 2008 yılında Alman firması Daimler Benz’e batarya satışı yapmak isteyen Elon Musk, firma yöneticilerini ikna etmek için Daimler üretimi bir Smart aracını mühendislerin çabasıyla 5 haftada elektrikliye çevirdi. Tesla’nın Kaliforniya’daki üretim tesislerini ziyarete gelen Daimler teknoloji şefi Herbert Kohler’e gösterilen elektrikli Smart, Tesla’nın 2009 yılında Daimler’den bin adet batarya siparişi almasını sağladı. Satıştan 40 milyon dolar gelir elde eden şirketin ayrıca yüzde 10 hissesi Daimler tarafından 50 milyon dolara satın alındı.

Uzakdoğu’dan Dokunan El

Daimler ile anlaşma yapılmasının ardından Roadster satışına başlayan Tesla, sırtını doğrultmaya başlamıştı. Planını uygulamaya koyan Musk, bir Sedan tasarımı aşamasına geçti ve Tesla araçlarına göz alıcı görüntüsünü kazandıran Franz von Holzhausen, Mazda’dan firmaya transfer edildi. Holzhausen, Musk’ın istediği 7 kişilik aile arabasını Model S ismiyle tasarladı. Aracın üretimi için finansman arayan Musk önce Goldman Sachs’a başvurdu. O sırada patlak veren mortgage krizi nedeniyle istediği finansmana ulaşamayan Musk önce ABD Hükümeti’nin 475 milyon dolarlık kredisini kabul etti. Daha sonra da gözünü diktiği Nummi tesislerinin sahibi Japon Toyota firmasının başkanı Akio Toyoda’yı kahvaltıya davet etti. Roadster ile ufak bir geziye çıkan Toyoda, daha sonra Musk ile kısa bir süre vakit geçirdi. Toplantıdan dört hafta sonra Toyoda, Tesla’ya 50 milyon dolarlık yatırım yapacağını açıkladı. Toyoda ayrıca Model S’in üretilmesi için milyar dolarlık yatırım yapacaklarını ve Nummi tesisi içinde 42 milyon dolarlık teklifi kabul ettiklerini belirtti. Bir ekonomi muhabiri neden Tesla’ya bu denli büyük bir ‘iyilik’ yapıldığını sorunca, Toyoda’nın cevabı, “Musk-chan… Onu seviyorum!” oldu.

Hayaller Gerçek Oldu

Daimler ve Toyota ile yapılan anlaşmaların ardından Tesla'nın işleri tamamen rayına oturmuştu. Firma Ekim 2011'de Model S betayı tanıttı. 3,000 ön sipariş alan otomobil tek şarjla 500 kilometre gidebiliyordu. Şubat 2012'de, Tesla Model X satışa sunuldu. Otomobilin ön siparişlerinden elde edilen gelir 40 milyon dolardı. Aracın tanıtımının ardından TeslaMotors.com trafiği %2800 arttı.

Tesla'nın engel tanımayan büyümesi Nevada'daki dev batarya tesisi Gigafactory ile daha da sağlam temellere oturdu. Otomobillere yarı-otonom sürüş özelliği kazandıran Autopilot teknolojisi de yazılım alanında seviye atlanmasını sağladı. 2016'da Model 3'ü sunan Tesla, kısa süre önce Tesla Roadster'ın yeni versiyonu ve ilk yarı-otonom tırı Tesla Semi'yi tanıttı.

Adını Şubat 2017'de 'Tesla' olarak kısaltan firma, otomobilden kalan vakitte yatırımını en uzman olduğu alana, bataryalara yapıyor. Güney Avustralya'da kısa süre önce tamamlanan 129 Megavat kapasiteli Tesla Powerpacks santrali, dünyanın sahip olduğu en büyük batarya özelliğini taşıyor. Tesla elektrikli araçları herkesin erişebileceği fiyatlara indirgeyebilirse, bir gün Tesla'nızı yine Tesla Powerwall bataryası ile aydınlanan evinizde şarj etme şansınız olabilir.

Haberimizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Türk Öğrenci Mert Akyürekli Çin’de Dünya Birincisi Oldu

$
0
0

Çeşitli ülkelerden yaklaşık 500 gencin katıldığı Çin’in en büyük bilim yarışması CASTIC Uluslararası Proje Yarışması'na ‘nano mataryelin manyetik özelliğini kullanarak bozuk DNA’yı tespit ettiği’ buluşuyla katılan Mert Akyürekli fizik bölümünde birinciliği kazanarak ülkesine büyük bir gurur yaşattı.

Bu sene 32. düzenlenen Çin’in en büyük bilim yarışması ‘China Adolescents Science Technology Innovation Contest’de (CASTIC) fizik bölümünde birinciliği 17 yaşındaki Mert Akyürek kazandı.

Mert Akyürekli’nin, Türkiye’den katılan tek proje olma özelliği taşıyan ve DNA-ferro sıvı etkileşimini incelediği çalışması, hem jürinin hem de halkın en yüksek puanını alarak birinciliği hak etti ve ülkemizin gurur kaynağı oldu.

Akyürekli, ona dünya birinciliği getiren projesi ile ilgili şunları söyledi: “Ailemde birçok kişi kanser hastası. Onlarında erken tanıyla sağlıklarına kolayca kavuşmaları için bu projeye başladım. Projemde nano mataryelin manyetik özelliğini kullanarak bozuk DNA’yı ayırt edebiliyorum. İlerde geliştirebilirsem projemi hastanelerde çok pahalı ve büyük makinelerde gerçekleştirilen bu işlemi en fazla bin dolara mal edebilen bir sistem geliştirdim. Bu proje için ileri seviyede optik ve manyetik laboratuvara ihtiyacım vardı. Bu konuda Ege Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Yavuz Öztürk laboratuvarı kullanmama izin verdi. Prototipi yapmakta kullandığım parçaları da Ege Üniversitesi’nden ödünç aldım. İleride prototipi daha da küçültmek ve geliştirmek istiyorum.” 

Haberimizi üzere tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.


Türk Girişimciler Jant Sektöründe Dünya Markası Oldu!

$
0
0

Aydın'da bir grup girişimcinin zirai araçlar için jant üretmek için kurduğu Jantsa, 84 ülkeye yaptığı ihracatla bir başarı hikayesine imza attı.

Jantsa Jant Sanayi AŞ Genel Müdürü Ercan Çerçioğlu, 1977 yılında Sultanhisar ilçesinde bir araya gelen yaklaşık 600 girişimcinin ortak bir yatırımla tarımsal amaçlı faaliyet gösteren araçlara jant yapmak için fabrika kurduğunu söyledi.

45 Kişiyle Yola Çıktılar, Şimdi 900 Kişiye İstihdam Sağlıyor

İlk kurulduklarında 45 çalışanla yola çıktıklarını aktaran Çerçioğlu, sonraki yıllarda özellikle ağır vasıtalar, ticari araçlar ve iş makinelerine de jant üretmek üzere yatırımları hayata geçirdiklerini, halen 80 bin metrekare alanda 900 işçiye istihdam sağladıklarını bildirdi.

İhracat serüvenine 1990'lı yıllarda Kuzey Afrika ülkeleriyle başladıklarını dile getiren Çerçioğlu, 2000'li yıllarda AB ülkelerinde hızlı bir yükseliş grafiği yakaladıklarını söyledi.

İhracatlarının giderek arttığını ve şirketlerinin büyümeye devam ettiğini belirten Çerçioğlu, 2018 yılında da dünya konjonktüründe olumsuz bir gelişme olmazsa büyümelerinin devam edeceğini ifade ederek, "Dünyada belli başlı, bilinen tüm markalara jant üretiyoruz. Örneğin Volvo firmasının jantlarının yanında son dönemde ABD'deki iş makinesi üreticileri için de üretim yapmaya başladık. Arjantin’den Yeni Zelanda'ya 84 ülkeye çelik jant ihracatı yapıyoruz. Nissan Pajero ve önümüzdeki yıl sonunda piyasaya çıkacak Yeni Clio'nun jantını da yapmayı planlıyoruz." diye konuştu.

Aranan Tedarikçi Oldular

Dünyada buldozer, greyder, beko loder gibi ağır iş makinelerinin üretim sürecinde aranan tedarikçilerden olduklarına işaret eden Çerçioğlu, Türk otomotiv sanayisinin dünyada kendisini kabul ettirdiğine dikkat çekti.

"Dünyanın En Kaliteli Markalarına Üretim Yapabiliyoruz"

Türkiye'nin sadece çelik değil, alüminyum jantlarda da Avrupa'nın üretim merkezi haline geldiğine işaret eden Çerçioğlu, yerli otomobil projesinin bu süreçte alınmış doğru bir karar olduğuna işaret etti.

Çerçioğlu, "Dünyanın en kaliteli markalarına üretim yapabiliyoruz. Mercedes, BWV, Ferrari’ye Türkiye’den parça gidiyorsa bu bizim bu konuda ne kadar yetkin ve başarılı olduğumuzun kanıtıdır. Türk otomotiv yan sanayicisi bundan sonra geri adım atmayıp, daha ileriye gidecektir. Bu noktada Türkiye'nin kendi elektrikli otomobilini üretmesi hiç de hayal değil." ifadelerini kullandı. 

AA kaynaklı haberimizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Türkiye'de 100 Yıldan Fazla Yaşamayı Başaran Firmalar - 1

$
0
0

Türkiye'de tarihi 100 yılı aşan firma sayısı da 100 yılı bulan firma sayısı da çok değil. Bir çok firma ikinci-üçüncü kuşaktan sonra yaşanan sorunların kurbanı oluyor.

Peki. binlerce şirketin yok olup gittiği bir süreçte ayakta kalan Türkiye firmaları hangileri?

1- Yenigün Reçelleri (1914)

Yenigün Gıda 4 nesildir Antalya’da faaliyetine devam ediyor. Şirketin başında dördüncü nesil patronu Necmi Alpagot bulunuyor. Alpagot, işlerin nasıl başladığı ile ilgili olarak daha önce yaptığı açıklamada, "Dedemin babası zamanından gelen bir gelenek. Ev hanımlarının evlerde yaptığı turunç, patlıcan, bergamot reçelleri ikram ediliyormuş ve bunu ilk kavanozda satmaya başlayan büyük dedemiz olmuş. Böylelikle Antalya'da ticari değer kazanmış bir ürün" demişti.

2- Ford Otosan

Ford Motor Company ve Koç Holding’in ortaklığında 1959 yılında kurulan Ford Otosan (Ford Otomotiv Sanayi A.Ş.), 2005 yılından bu yana, Türkiye’nin en fazla ihracat yapan ilk 3 şirketi arasında yer alıyor. 6 yıldır üst üste elde ettiği otomotiv sektörü ihracat şampiyonluğunu 2015 yılında, 'Türkiye ihracat şampiyonluğu' ile taçlandıran şirket, 2016 yılında da 83 ülkeye yaptığı araç ve parça ihracatı ile bu unvanını devam ettirdi. 1.500 kişilik Ar-Ge mühendisi kadrosuyla Türkiye’nin otomotiv sektöründeki en büyük Ar-Ge organizasyonuna sahip olan ve 10.000’i aşkın kişiye istihdam sağlayan Ford Otosan, Borsa İstanbul’daki en değerli ilk 30 şirket arasında (BIST 30) bulunuyor.

3- Abdi İbrahim (1912)

1912 yılında Eczacı Abdi İbrahim Bey tarafından İstanbul Küçükmustafapaşa semtinde ilk eczane kuruldu. 1919 yılında ilk ilaç üretim fabrikası faaliyete geçti ve ilk hazır ilaç üretimine geçildi.

1939 yılında eczacı İbrahim Hayri Barut ile yönetimde ikinci kuşak devri başladı. 1952'de laboratuvarlar Vefa semtine taşındı.1975'de şirketin ismi "Abdi İbrahim İlaç Sanayi ve Ticaret A.Ş." olarak değiştirildi.

4- Develi Restoran  (1912)

Develi Restaurant, halen Develi Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürüten Arif Develi’nin dedesi tarafından 1912 yılında, Antep’te kuruldu. Arif Develi, 1966 yılında İstanbul’a gelerek, İstanbul'un tarihi mekânlarından Samatya’da Develi restaurantı açtı.

Arif Develi, halen Develi’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürütse de Develi mirasını iki oğlu, Ali ve Nuri Develi profesyonel anlamda devam ettiriyor.

5- Apikoğlu (1910)

Apikoğlu’nun hikayesi, kendi aileleri için hazırladıkları ev yapımı sucukların lezzetinin dilden dile dolanmasıyla başladı.

Çevreden gelen yoğun talepler sonucunda satışa başlanmasının ardından Apikoğlu 1910 yılında Kayseri'de Türkiye’nin ilk et ürünleri imalatçısı olarak kuruldu ve faaliyete geçti.

Apikoğlu, 1920 yılından sonra üretimine İstanbul’da devam etti. Firma halen 15 bin metrekare kapalı, 45 bin metrekare açık alanda kurulu kombina tesislerinde ürettiği 75 çeşit ürün ile faaliyetine devam ediyor.

6- İlancılık A.Ş (1909)

1909 yılında David Samanon, Jak Hulli ve Kahire'de Havas adlı bir ajansın yönetici Ernest Hoffer, İlancılık'ın temellerini atarak İlanat Reklam Acentesi'ni kurdu. Türk reklamcılığının gelişmesinde önemli rol oynayan bu ekibe daha sonra dönemin Cumhuriyet Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Kamil Salih Sel eklendi. Ülkenin ilk telefon numaralarından olan 94-95’i alan ve gazete ilancılığı yaparak işe başlayan firma, 2. Dünya Savaşı'nda yaşanan ekonomik krizden olumsuz etkilendi.

Daha sonraları yürütülen ithalat projeleri ile eski günlerine dönmeye başladı.

İlk yürüyen billboard'dan dergi mecrasına reklam vermeye, radyo ve sinemalara reklam vermekten bugün gazetelerde kullanılan sütun santim kavramını yaratmaya kadar sektörde pek çok ilki gerçekleştirdi.

7- Splendid Otel (1908)

Büyükada'da yer alan oteli Sakızlı Müşir Kazım Paşa, Osmanlı ordusundan Mareşal rütbesiyle emekli olmasının ardından 1908 yılında kurdu. Otel ilk kurulduğu yıllarda 'Kazım Paşa Oteli' olarak biliniyordu. 1936 yılında Kazım Paşa'nın vefatı ile otelin mülkiyeti kızı Nazire Tokgöz’e geçti.

1941’de onun ölümünün ardından ise otel kısa bir süre kapalı kaldı. Daha sonra işleri Paşa'nın damadı İsmail Hakkı Tokgöz devraldı.

1957’de İsmail Hakkı Tokgöz’ün vefatının ardından otelin mülkiyeti ve işletmesi kızı Belma Hatice ve onun eşi Nihat Hamamcıoğlu’na geçti. Belma Hanım ve Nihat Hamamcıoğlu idaresinde Splendid Palas eski heyecanını sürdürmeyi başardı. Otel halen Hamamcıoğlu Ailesi'nin mülkiyetinde bulunuyor ve 6. nesil tarafından aile geleneği olarak idare ediliyor.

Otelin internet sitesinde yer alan bilgiye göre, Splendid Otel Türkiye'de 1.derecede tarihi eser statüsünde orjinalliği ilk günki özeliklere sadık kalınarak işletilen tek otel.

8- Komili Kuruluş Yılı (1878)

Komili'nin öyküsü 1878 yılında Midilli Adası'nda başlıyor. O yıllarda Osmanlı toprağı olan Ada'da yaşayan Komi'li Hasan, Midilli Adası'nda sabun ve zeytinyağı üreterek geçimini sağlamaktadır. Aile, Lozan Antlaşması'ndan sonra mübadele gereği Ayvalık'a göç eder ve Komili markasının öyküsü burada devam eder. Zeytinyağında bir çok ilke imza atan Komili, 1995 yılında Komili ailesi tarafından dünyanın dev şirketlerinden Unilever’e satıldı.

Unilever Komili markası ile 13 yıl üretim yaptı. 2008’de Unilever Komili’yi Anadolu Grubu’na sattı. Son olarak ise geçtiğimiz aylarda Komili ABD'li gıda devi Bunge şirketine satıldı.

9- Koska Hacı Emin Bey (1907)

Koska’nın geçmişi 1900’lü yılların başında Denizli’de Hacı Emin Bey’in faaliyet gösterdiği helvacı dükkânına kadar uzanıyor. Baba mesleğini sürdüren Halil İbrahim Adil Dindar 1931 yılında oğulları ile birlikte İstanbul’a gelerek Koska semtinde bir dükkân açar, zamanla ürettikleri helva ve tatlıların lezzeti ile ünlenir.

Bulundukları semtten dolayı Koska’daki Helvacı olarak anılmaya başlar ve daha sonra bu ünvanı markaları olarak tescilletirler.

1974’de Topkapı’da kurulan fabrikada helvanın yanısıra lokum, reçel ve koz helva üretimine de başlanır. 1983 yılında Mümtaz ve Nevzat Dindar kardeşler diğer küçük kardeşlerinden ayrı olarak Merter’de inşa ettirdikleri yeni tesislere taşınarak faaliyetlerini burada sürdürme kararı alırlar.

Halen dördüncü kuşağın yönetiminde olan KOSKA 1998 yılı sonlarında taşındığı Avcılar-Ambarlı Kavşağında, on bir dönüm arazi üzerine kurulu 22.000 m2 kapalı alana sahip yeni tesislerinde üretimini sürdürüyor.

10- Bebek Badem Ezmecisi Mehmet Halil Bey (1904)

Mudanyalı Mehmet Halil Bey, Haydarpaşa Lisesi’nde okumak üzere geldiği İstanbul’da Fener Rum Lisesi’nde eğitim gören Arnavutköylü Anastasya Hanım’la tanışır.

O dönemlerde iki ayrı dinden insanların evlenmesi çok zor da olsa, büyük aşkları aileleri yumuşatır. Fakat Anastasya Hanım’ın babasının bir şartı vardır; evlendikten sonra genç çiftlerin İstanbul’da yaşayacak olması. Bunun üzerine Mehmet Halil Bey’in babası, Mudanya’da yapmakta olduğu badem ezmesi ve şekerleme işini oğluna öğretmek üzere 1-2 yıllığına İstanbul’a gelir.

Bebek’te bir dükkân açarlar. Bebek Badem Ezmecisi’ni ‘Meşhur’luğa götüren süreç de 1904’te başlamış olur. Mehmet Halil Bey, Sevim İşgüder henüz 1.5 yaşındayken yaşamını yitirir. Anastasya Hanım iki kızını okutmak için bütün yükü omuzlarına alır. Ancak hastalanınca 1957 yılından itibaren Sema ve Sevim İşgüder kardeşler kendilerini badem ezmesi üretirken bulurlar. Birliktelikleri de Sema Hanım’ın yaşamını yitirmesine dek sürer. 

Meşhur Bebek Badem Ezmecisi, adı olduğu üzere Bebek’te küçük bir dükkânda, Sevim İşgüder tarafından yönetiliyor.

Hürriyet kaynaklı haberimizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Dünyada Üretilen Her 100 Araçtan 4’üne Türk İmzası!

$
0
0

23 ülkeye ihracat gerçekleştiren Bantboru’nun otomotiv sektörüne yönelik ürünleri, dünyada üretilen her 100 araçtan 4’ünde kullanılıyor. Şirket, 2017 yılında dahil olduğu TURQUALITY® desteğinin de gücüyle, küresel ayak izini genişletecek adımları hızlı ve güvenli bir şekilde atıyor.

Sanayi üretiminde 45 yıllık köklü bir geçmişe sahip bulunan Bantboru, 30 bin metrekarelik kapalı alana yayılı Ar-Ge ve üretim tesislerinde hammaddeden nihai ürüne kadar tüm prosesleri kendi bünyesinde gerçekleştiriyor. Otomotiv sektöründe yakıt ve fren hidroliği gibi performans ve güvenlik açısından kritik öneme sahip sistemler için çift katlı boru üretimi gerçekleştiren Bantboru, soğutma alanında ise, buzdolaplarında kondenser sistemlerinde kullanılan tek katlı boruları üretiyor.

İhracat gelirlerinin, cironun yüzde 40’ını oluşturduğunu vurgulayan Bantboru Yönetim Kurulu Başkanı Siracettin Gider,“Otomotiv sektöründe, lider ulusal ve küresel otomotiv üreticilerinin, yeni nesil elektrikli otomobiller de dahil olmak üzere, en önemli programlarında proje ve iş ortağı olarak yer alıyoruz. 2018 yılında ihracat gelirlerimizi yüzde 25’in üzerinde arttırmayı ve 19 Milyon Euro düzeyine yaklaştırmayı hedefliyoruz. İhracat büyümesini sürdürülebilir belirlediğimiz hedef pazarlarda, ülkelerin ihracat gücünü artırmada devlet desteğine dünyada en iyi örneklerden birini oluşturan TURQUALITY® programının da katkısıyla, marka algımızı ve bilinirliğimizi artırmayı hedefliyoruz.” dedi.

2017 Yılında Yüzde 35 Büyüme

Otomotiv ve dayanıklı tüketim ürünleri sektörlerinde önem taşıyan boru sistemlerinde dünyanın en büyük 5 üreticisinden biri ve ülkemizin bu alandaki lider şirketi Bantboru, sanayi kuruluşları sıralamasındaki yükselişini sürdürüyor. İSO İkinci 500 sıralamasında 2016 yılında 445. sıraya çıkan Bantboru, 2017 yılında yurt içi satışları ve ihracat pazarlarındaki genişlemeyle daha yüksek bir noktayı hedefliyor.

Şirketin 2017 yılı performansını ve 2018 yılına ait hedefleri değerlendiren Gider, küresel ekonomik koşulların sertleştiği bir dönemde, başarılı sonuçlara imza attıklarını kaydetti ve 2017 yılı içerisinde yüzde 35 ciro büyümesi elde ettiklerini söyledi. Bantboru’nun, 2017 yılı ihracatı da yaklaşık 15 Milyon Euro oldu.

Endüstri 4.0 Rekabet Ortamına Dijital Dönüşümle Hazırlanıyor

Sert ekonomik iklimin, sert rekabet koşullarının, günün yeni normali haline geldiğini belirten Bantboru Yönetim Kurulu Başkanı Gider, “Teknoloji ve sanayinin birinci gündem maddesini oluşturan Endüstri 4.0, iş modellerini olduğu kadar, rekabetin kurallarını da baştan yazıyor. ‘Dönüşüm Başlıyor’ sloganı ile yürüttüğümüz dijital dönüşüm çalışmalarımız, yeni nesil teknolojilerle süreçlerimizin birbirine tam entegrasyonunu ve müşterilerimizle daha da yakın çalışabilmemizi sağlayacak” dedi.

İş Yapış Şekli ve Sosyal Angajmanlarıyla Gerçek Dünya Şirketi

2017 yılında kendisini en çok mutlu eden gelişmelerden birinin, şirketin istihdam sayısındaki artış olduğunu belirten Siracettin Gider, “Bugün, profesyonel birikimleri, uzmanlıkları ve işlerine gösterdikleri özenli tutkuyla Bantboru’nun en önemli gücünü ve varlığını oluşturan 500’ün üzerinde çalışma arkadaşımız var. Her biriyle gurur duyuyorum, her birine çalışmaları için teşekkür ediyorum” dedi.

Bantboru’nun bir diğer adımının da Off-Road sporunda rekabete katılmak olduğunu belirten Gider, “Rekabetin ve performansın en üst düzeyde yaşandığı, insan ve teknolojinin zorlu şartlarla mücadelesini temsil eden bu sporda artık biz de varız. Takım liderimizin, Türkiye’nin tek kadın yarışmacısı ve şampiyonu olması bizim için ayrı bir anlam taşıyor. Cinsiyet eşitliğine öteden beri verdiğimiz önemin bir göstergesi olarak, idari kadrolarımızın ve yönetim ekiplerimizin yarıya yakınını kadınlar oluşturuyor. 2018 ve sonrasında kadınların güçlendirilmesi alanında en önemli küresel platformlarda somut adımlarla yer alacağız. Parlak bir geleceği, 45 yıllık köklü geçmişinin gücüyle yazan Bantboru, gerek iş yapışı, gerekse sosyal angajmanları ile gerçek bir dünya şirketi kimliği taşıyor”şeklinde konuştu.

Haberimizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Peki Siz İlk Türk Füzesinin Hikayesini Biliyor musunuz?

$
0
0

Asırlar önce gökyüzüne dalıp, oradaki şekilleri bayrağına işleyen bir kültürün, bugün gök ve uzay bilimlerinden bu kadar kopuk olması hepimize oldukça şaşırtıcı geliyor değil mi?

Yükselmek bir yana, sürekli alçalmanın nedenini; on yedinci asırda yaşamış olan Lagari Hasan Çelebi’den, Vecihi Hürkuş’a, Nuri Demirağ’dan, Kirkor Divarcı’ya kadar bu yolda başarılı çalışmalar yapmış fakat hep görünmez eller tarafından önleri kesilmiş değerli insanlarımızın hayatlarına baktığımızda anlayabiliyoruz.

Savunmasanayi.org kaynaklı bu yazı ile günümüzde bile yapılacak olsa ülkedeki herkes tarafından çılgınca karşılanacak büyük işlere imza atan Kirkor Divarcı ve Bandırma Füze Kulübü’nün hikayesine gidelim.

Yıl 1959… Dünyanın ilk yapay uydusu Sputnik’in uzaya gönderilmesinden 2 sene sonrası. Bandırma’da, yıllardır akılları uzay ile meşgul olan ve Sputnik’in uzaya gönderilmesinden sonra iyice heyecanlanan bir grup lise öğrencisi, Türkiye’de daha önce eşi benzeri görülmemiş çılgınca bir işe imza atarak, okullarında Bandırma Füze Kulübü’nü kurdular. Bu gençler, oldukça kısıtlı imkanlara rağmen hemen işe koyuldular. İnsanların ilgilerini uyandırmak amacıyla, okullarda kişisel olarak atom enerjisi, dış dünya, roket ve füzeler konularında konferanslar verdiler.

Güngör Gezer, Artuğ Sayıner, Osman Caran, Atilla Yedikardeşler ve Adnan Zambak isimli beş gencin kurduğu, ilk bakışta ilginç olsa da kaybetmeye mahkum bir oluşum olarak görünen bu kulüp, daha sonra katılan gençlerin üst düzey teknik bilgisi ve hummalı çalışmasıyla gerçekten füze tasarlayabilecek duruma geldi. Bir süre sonra Bandırma Füze Kulübü liseden ayrılarak“Bandırma Havacılık ve Uzay Araştırma Derneği” ismiyle resmiyet kazandı.

10 Ekim 1959 tarihine gelindiğinde ekip ilk füzesini fırlatmaya hazırdır. Bir metre boyunda, 10 santimetre çapında ve üç kilo ağırlığındaki Bernark tipi bu füze, yaklaşık 40 metre yükseğe çıktıktan sonra denize çakılır. Aynı yıl yapılan ikinci atış denemesi de başarısızlıkla sonuçlanır. Bu başarısız sonuçların ardından gençleri küçümseyici haberler yapılır. O dönemde Cumhuriyet Gazetesi yazarı olan Cevat Fehmi Başkurt, 10 Şubat 1960 tarihli yazısında gençlerin durumundan şu şekilde bahseder:

“Gençler darılmasınlar. Bizlere biraz hak versinler. Onlar başka dünyalarda yaşıyorlar. Halbuki biz, daha bu dünyadaki meselelerimizi halledemedik. Durun bakalım. Parti kavgaları bitsin. Cezayir meselesi sona ersin. Kıbrıs’ta cumhuriyet ilan edilsin. Seçimler yapılsın. Kongreler tamamlansın. Elbet füzelere de sıra gelir.”

Gazetelerin yanı sıra insanlar da nerede görseler, “N’aber füzeciler, hani Ay’a gidiyordunuz?”, “Füzeci ağabey, dikkat et cebinde patlamasın!”, “Gazoza bak, senin füzenden iyi patlar.” gibi sözlerle alay ediyordu. Bir yandan maddi sıkıntılarla boğuşan gençler, bir yandan da konu hakkında hiçbir bilgisi olmayan bu alaycılara kulaklarını tıkayarak çalışmalarını sürdürmeye çalışırlar.

Alaycı kesime nazaran az da olsa, gençlerin çalışmalarının Türkiye için oldukça önemli olduğunu düşünen insanlar yok değildir. Derneğe desteğini hiçbir zaman esirgemeyen bu kişilerden Kenan Kurtkaya’nın “İlk Türk Füzeciler” başlıklı yazısı şöyledir:

“Sene 1959… Bandırma’dayız. Sakal ve bıyıkları yeni terlemeye başlayan genç, önündeki kağıtlara eğilmiş mütemadiyen çiziyor, şekiller yapıyor, bir eli başında hesaplıyor, esmer esmer düşünüyor. Fakat teşvik ve yardıma bu çevre tarafından, garip tezatlar arz eden şekillerde (alayla) karşılandılar. Alay edip peşlerinden güldüler. Günlerini, evet en mesut ve gamsız günlerini, memleketleri için, ilim için harcayan bu gençler, ne acı ve ne garip bir tecelli ile karşılaştılar. Sayın Türk büyükleri; yaratıcı idealistlerin bu çırpınan başarılarına yardım edelim. Bu küçümsenemeyecek bir olaydır.”

1960 yılının şubat ayında üçüncü denemelerini yaparlar. İki kademeli ve otomatik ateşleme sistemine sahip, 10 santimetre çapında, 1,5 metre boyundaki füzeyi 750 metre yüksekliğe fırlatmayı başarırlar. Bir avuç gencin bu başarısı yabancı basında da büyük yankı uyandırır; Amerika, Hollanda ve İtalya’da uzay çalışmaları ile ilgili dergilerde yer alırlar. Amerika Basın Ataşeliği, Amerika’da yayınlanmak üzere dernek başkanı ile röportaj yapar.

Füzeci gençler artık ülkelerini yurtdışında temsil etmenini verdiği özgüvenle hareket ederler. Bu dönemde derneğin adı “Bandırma Havacılık ve Astronomi Roket Kulübü (BHARK)” olarak değiştirilir. Başarılar geldikçe derneğe üniversiteliler, uzmanlar, akademisyenler katılır. O dönemde derneğe katılanlardan biri deİTÜ Makine Mühendisliği’nde görev yapan akademisyen Kirkor Divarcı’dır. Hayali; kendi tasarladığı Marmara-1 isimli roketi fırlatmak olan Divarcı, nişanlısı ile biriktirdikleri 400 lirayı hiç düşünmeden füze için kullanacak kadar gönül vermiştir bu işe. Projesinin İTÜ tarafından onaylanmasının ardından Türk Silahlı Kuvvetleri ile temasa geçilir. Ordunun da desteğini alan Kirkor, ekibiyle birlikte gece gündüz çalışır ve 30 Ağustos 1962’de yani Zafer Bayramı’nda fırlatılması kararlaştırılır.

O gün geldiğinde, halkın ve basının heyecanlı bakışları arasında, bu zamanda bile çılgınca karşılaşacak bir olay gerçekleşmiştir: Üzerinde Türk bayrağı olan, 1 metre 33 santimetrelik, 1,5 kilogramlık ilk Türk füzesi Marmara-1 gökyüzünde süzülmektedir. 920 metre yüksekliğe çıkan füze, bazı teknik aksaklıklar ve şanssızlıklara rağmen, gökyüzünü zorlayan “ilk gerçek füzemiz” olarak tarihe adını yazdırır.

Cumhuriyet Gazetesi yazarı Hamdi Varoğlu, 2 Eylül 1962 tarihli yazısında, gençlerin bu büyük başarılarına yapılan alaycı eleştirilere ve ilgisizliğe şu satırlarıyla karşı çıkar:

“El alem gökleri fethetti, fezada dolaşmadık bucak bırakmadı, yakında Merih’e Ay’a, sonra belki öteki yıldızlara, sabah kahvesine gider gibi seyahat tertip edecek. Biz beri tarafta, bu işi merak edip sırrını keşfetmeye çalışan gençlerimize ilgi yerine uçak mezarlığı gösteriyoruz. Asıl utanç verici başka bir şey daha var: Bandırmalı gençlere en çok yardım eden Amerika Füze Kulübü imiş. İlgi yok, yardım yok, ama el birliği ile işin alayındayız. Hezarfen Ahmet Efendi’den bu yana bir arpa boyu yol alamamışız diyeceğim geliyor.” 

Kirkor Divarcı’nın ve bu işe gönül vermiş idealist gençlerin umut yaşanır. Marmara-1’den sadece dört gün sonra Marmara-2 büyük bir başarıyla fırlatılır. Füze 822 metre yüksekliğe ulaşmış, toplamda ise 15 kilometre yol kat etmiştir. Aynı zamanda bu başarılı denemeyle ekip, amatörler arası füze yarışında Amerika ve Almanya’nın ardından dünya üçüncüsü olur. Bu büyük başarı, her tarafta konuşulur, aynı zamanda devletin ve ordunun da dikkatini çeker. Dönemin Cumhurbaşkanı ve Genel Kurmay Başkanı ekiple görüşür, destek sözü verirler. Bu destekler ekibi yeni projeler, daha güçlü, daha uzağa gidebilen roketler yapmak için oldukça motive eder.

Ekip artık neredeyse her hafta yeni bir atış denemesi yapmaktadır. Marmara-2’yi, Hürriyet-1 ve Hürriyet-2 füzeleri izler. Marmara-3 denemesinde füze havalanamaz. Uzun bir aradan sonra gelen bu başarısız sonuç, ekibin canını sıksa da şevkini kırmaz. Daha da hırslanarak, Marmara-4’ü yaparlar. Büyük bir fiyasko olan Marmara-3’ün aksine, Marmara-4 tam 5415 km yükseğe çıkarak müthiş bir başarı sağlar. Ekip, bu başarısından dolayı Hava Üs Komutanı Albay Halim Menteş tarafından tebrik edilir. Dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in ise ekibe mesajı şöyledir:

“Sizi yolunuzdan döndürmek isteyen kişiler bulunacaktır. Onlara içinizdeki, Türk milletine has, yapılmayacak gibi görünen şeyleri yaptıracak olan imanınızla cevap veriniz.”

Her şey güzel gidiyor, Kirkor ve ekibinin kendine güveni, moral ve motivasyonu her geçen gün artıyordu. Sürekli değişik projeler ortaya çıkartmaya başladılar. Sirius, Vega, Aktrüs, Ata-1, Uçan Türk bu projelerden bazılarıydı. İçlerinde en heyecan verici proje nitekim Aktrüs idi. 500 kilogram ağırlığında ve 4 metre uzunluğundaki bu roketle uzaya canlı gönderilmesi düşünülüyordu. Kapsülüne koyulan farenin hareketleri yol boyunca takip edilecek, roket 150 kilometreye ulaşınca kapsül ayrılacak, ayrılan kapsülden düşen fare paraşütle dünyaya inecek, böylece farenin durumu görülebilecekti. Aktrüs’ün yanında Vega da oldukça iddialıydı. 300 kilogram ağırlığında, 3,6 metre boyundaki roketin menzili 410 kilometre olarak tasarlanmıştı. 2017 yılı içinde Sinop’ta yapılan ve yere göğe sığdıramadığımız yerli füze denemesinin menzili 280 kilometredir. Elli senede bırakın bir arpa boyu yol gidebilmeyi, daha da geri gittiğimizi görmek ne kadar hazin, değil mi?

Bu başarılar, Türkiye’nin gelişmesini istemeyenleri rahatsız etmiş olacak ki, bir anda destekler çekilmeye, her şey tepetaklak olmaya başlar. Kulüp, önce 60’lı yılların gergin siyasi ortamından nasibini alır. 1966 yılında havacılık sergisinde sergiledikleri, Amerika Haberler Merkezi tarafından hediye edilen X-35 uçağının maketi sebebiyle bazı gazeteciler tarafından Amerikan propagandası yapmakla suçlanırlar. Kulüp başkanı Artuğ Saygıner, bu kötü suçlamalara şöyle cevap verir: 

“Bazı çevrelerce açtığımız sergi dolayısıyla ‘Amerikan propagandası yapmak’ isnadını şiddetle reddederiz. Sergiden gayemiz, en kültürlü kişilerce bile bilinmeyen, modern feza çalışmalarını halkımıza göstermekten ibarettir. Biz ne Amerika emperyalizmini, ne de Sovyet sosyalizmini tanıyoruz. Tek ışığımız, Türk milletinin senelerce köle olarak kullandığı devletlerden olan teknik geriliğini gidermek için ilk adımı atmamız ve Türk milletinin yüceliğidir.”

Bu da yetmezmiş gibi, ekibin beyni olan Kirkor Divarcı’nın evinde bilinmeyen bir sebeple yangın çıkar ve projelere dair tüm yazılı belgeler, planlar ev ile birlikte kül olur. Olay için şanssızlık denir ve üzerine hiç gidilmez, hala da aydınlatılmış değildir. Emekleri boşa giden Divarcı olaydan çok etkilenir, adeta hayata küser ve çalışmalarına bir daha başlamamak üzere son verir. Devamında da ekip hızla dağılır. Kısıtlı imkanlarına, tüm alaycı eleştirilere rağmen, uzay konusunda büyük işler yapan, Amerika, Almanya, Rusya ile yarışan ekipten geriye sadece birkaç gazete kupürü ve hayata küsen Kirkor Divarcı’nın unutulan hikayesi kalır.

www.savunmasanayi.org kaynaklı alıntı haberimizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Konya, Çöp'ten Sağladığı Enerjiyle Domates Yetiştiriyor!

$
0
0

Konya'da "Metan Gazından Elektrik Enerjisi Üretim Tesisi"nde açığa çıkan enerjiyle ısınan su kullanılarak bin 250 metrekarelik serada domates yetiştiriliyor.

Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından 2011 yılında hizmete sokulan "Metan Gazından Elektrik Enerjisi Üretim Tesisi"nde açığa çıkan enerjiyle ısınan su kullanılarak bin 250 metrekarelik seradan her yıl yaklaşık 25 ton domates elde ediliyor.

Konya'nın çöplerinin depolandığı Aslım Katı Atık Sahası'nda kurulan Metan Gazından Elektrik Enerjisi Üretim Tesisi'nde katı atıklar elektrik enerjisine dönüştürülüyor. Açığa çıkan enerjinin, tesisin yanında bulunan sera içine yerleştirilen borulardaki suyu ısıtmasıyla da domates üretimi yapılıyor.

Bombus arısının döllenmeyi sağladığı serada yetiştirilen domatesler, lezzet ve aroması nedeniyle ilgi görüyor. Tesisin sorumlusu ve çevre mühendisi Rıdvan Yıldız, tesisin yanında bulunan bu serada her yıl 25 ton domates üretildiğini belirterek, "Döllenmenin sağlanabilmesi için bin 250 metrekarelik seramıza bombus arılarını getirdik. Seradaki sıcaklığı minimum 15, maksimum 24 derecede tutmaya çalışıyoruz. Bunu da seranın içinde bulunan boruların ısınmasıyla sağlıyoruz." dedi.

Yılda ortalama 4-5 kez hasat yaptıklarını anlatan Yıldız, "Amacımız metan gazından neler elde edilebileceğini göstermek ve çöpün kötü bir şey olduğu izlenimini ortadan kaldırmak. Her yıl ağustos ayında ekim yapıyoruz ve bir yıl boyunca 25 ton ürün elde ediyoruz." diye konuştu.

Yıldız, yaklaşık 2 bin 700 domates fidesinin bulunduğu serada 2 kişinin istihdam edildiğini söyledi.

AA kaynaklı haberimizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Türkiye'de 100 Yıldan Fazla Yaşamayı Başaran Firmalar - 2

$
0
0

Türkiye'de tarihi 100 yılı aşan firma sayısı da 100 yılı bulan firma sayısı da çok değil. Bir çok firma ikinci-üçüncü kuşaktan sonra yaşanan sorunların kurbanı oluyor.

Peki. binlerce şirketin yok olup gittiği bir süreçte ayakta kalan Türkiye firmaları hangileri?

1- Kaptanoğlu Denizcilik (1904)

Kaptanoglu Denizcilik'in hikayesi 1904 yılında Hacı İsmail Kaptaoğlu'nun babası Mehmet Kaptan'ın taşımacılık işlerine başlamasına kadar gider. Osmanlı'nın son dönemlerinde taşımacılık sektörü ağırlıklı olarak yabancı şirketlerin tahakkümünde idi.

Hacı İsmail Kaptanoğlu ise babasının gemilerinde kaptanlık yapıyordu. Karadeniz’in doğu sahilleri ile Poti ve Batum ile Trabzon arasında soğan patates götürüp, gazyağı şeker ve un getiriyorlardı.

İsmail Kaptanoğlu ve 5 kardeşi 1950'li yıllara kadar babaları ile birlikte çalıştı. Daha İstanbul'a geldiler. Önceleri guletleriyle İstanbul ve Mürefte Şarköy arasında üzüm taşıdılar. sonra her kardeş kendi şirketini kurdu.

Nil gemisi İsmail Kaptanoğlu’na kaldı. 1954 yılında 550 tonluk İsmail Kaptanoğlu gemisine, 1962 yılında ise meşhur Nusret Mayın gemisini alarak 600 tonluk başka bir gemiye sahip oldu. İsmail Kaptanoğlu bir yandan Hacı İsmail Kaptanoğlu müessesesinin temellerini atarken öte yandan da Türk denizcilik sektörünün önderlerinden birisi olarak bu sektördeki sivil toplum örgütlerinin kuruluşuna da öncülük etti. Gemi Armatörleri Kooperatifi’nin ve de Türk Armatörler Birliği’nin kurucularından olan Hacı İsmail Kaptanoğlu vefatına kadar da Gemi Armatörleri Kooperatifi’nin başkanlığını sürdürdü.

2- İbrahim Etem Ulagay İlaç Sanayi (1903)

Yüz yılı aşkın bir süre önce küçük bir tahlilhanede başlayan İbrahim Etem Ulagay İlaç Sanayii Türk A.Ş.’nin hikayesi aynı zamanda Türk İlaç Sektörünün endüstrileşme sürecine de ışık tutuyor. İE Ulagay, 1903 yılında tıbbi analizlerin yapıldığı küçük bir laboratuvar olarak kuruldu.

Başlangıçta tıbbi tahlillerin, kimyasal ve besin analizlerinin yürütüldüğü bu küçük laboratuvar, Gedikpaşa’da “Kimyager Doktor İbrahim Etem Laboratuvarı” adıyla faaliyetlerini sürdürdü.

1909 Türkiye’de ilk defa vitamin ve hormon preperatlarının üretilmesiyle laboratuvar "ilaç üretim tesisi” statüsü kazanmış oldu. 1924 yılında laboratuvarın adı “Doktor İbrahim Etem Kimyaevi” olarak değiştirildi ve üretim alanı Çemberlitaş’a taşındı.

1955 yılında faaliyetlerine halen devam ettiği Topkapı tesislerine taşındı ve bir Amerikan şirketi ile yapılan know-how anlaşması sayesinde yerli antibiyotik üretimine başlandı. 2001 yılında ise hisselerinin büyük çoğunluğu İtalya’nın en büyük ve Avrupa’nın en önemli ilaç şirketlerinden MENARINI Group tarafından satın alındı.

IE Ulagay, faaliyetlerine halen Türk-İtalyan ortaklığı şeklinde devam ediyor.

3- Arkas Holding (1902)

Gabriel J. B. Arcas tarafından 1902 yılında ithalatçı olarak İzmir'de kurulur. 1935 yılında vefatıyla birlikte Marsilya'da yaşayan oğlu Lucien Gabriel Arkas gelir ve görevi devralır.

1943 yılı şirket için önemli bir dönüm noktasıdır. Güçlü bir armatürlük şirketi sahibi olan Fretelli Spenco, Arkas'a acentesi olması için teklif götürür. Lucien Gabriel Arkas, 1944 yılında ise kendi adına bir deniz acenteliği kurar ve ilk gemi gelir. Ardından gemilerin sayısı artmaya başlar ve tren nakliyesi işine de girer.

Ülkenin her zamankinden daha fazla iş kollarına gereksinim duyduğu günlerde Arkas, üç tarafı denizlerle çevrili bu yarımadanın potansiyelini değerlendirmeye başlar.

Arkas'ın, Türkiye'den yüklediği gemiler önce Mısır'a doğru yol alır. Kısa bir süre sonra da tüm dünyaya açılır.ARKAS'ın gelişimi de halen Arkas Yönetim Kurulu Başkanı olan Lucien Arkas'ın, 1964 yılında Lucien Arkas Vapur Acenteliği'ni kurması ile hız kazanır. Dünya taşımacılık sektöründe başarıları ve güvenilirliğiyle tanınan armatörlere acentelik hizmeti veren bu şirket, Türk Taşımacılık Sektörü'nü uluslararası pazarda başarıyla temsil eder. Arkas, 1978 yılında Türkiye'den Avrupa'ya ilk konteyner yüklemesini yaparak ülkemizde bu taşımacılık sisteminin yerleşmesine öncülük eder.

4- Hamidiye Su (1902)

1898'de İstanbul'a kaliteli içme suyu sağlamak amacıyla II. Abdulhamit'in emriyle bir komisyon kurulur.

Yapılan projeye göre Kırkçeşme tesislerinin doğu kolu üzerinde ve Kemerburgaz'ın güneydoğusundaki Karakemer ve Kovukkemer civarındaki membalar 20 maslakta toplanır ve kirlenmelere engel olmak için maslaklara demir kapılar yapılarak kilitlenir.

Tesisin büyük bölümünün tamamlanması ise 1900 senesini bulur. Suyun verilmesi ve resmen kabulü 26 Mayıs 1902'de yapılır.

Bütün Osmanlı su tesislerinde sular pişmiş kilden yapılmış künk borular içerisinden isale edilirken ilk defa Hamidiye suyunda font borular kullanılır, sular bu borular içerisinden basınçlı akıtılarak vanalar ile şebekede manevra yapma imkanı sağlanır. Hamidiye Suyu, kurulduğu günden itibaren, çeşmeler vasıtasıyla İstanbul halkına ulaştırılıyordu. Ancak zaman içerisinde gerek şehrin büyümesi, gerekse sebillerin tahrip olmasıyla bu hizmetin, kurulduğu zamandaki gibi sokak sebillerinden yürütülmesi imkânsız hale geldi.

1979 yılından itibaren şişelenerek halka ulaştırılmaya başlandı. Tesis, bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin bir iştirak şirketi olan Hamidiye Kaynak Suları A.Ş. tarafından işletiliyor.

5- Pandeli Restaurant (1901)

1901 yılında Pandeli Çobanoğlu tarafından kurulan Pandeli Restoran, 115 yıl faaliyet gösterdikten sonra geçtiğimiz yıl kapandı. Pandeli Mısır Çarşısı’nın hemen girişinde yer alıyordu.

Pandeli 115 yıllık tarih yolculuğunda birçok ünlü ismi ağırlamıştı. Mustafa Kemal Atatürk Kolağası olduğu zamanlarda en çok Pandeli’ye gelirmiş. Celal Bayar, Kraliçe II.Elizabeth, İspanya Kralı Juan Carlos ve Kraliçe Sofia, Robert McNamara, Robert De Niro, Tony Curtis gibi isimler de Pandeli’ye gelenler arasında.

Hatta Pandeli’nin duvarlarında Audrey Hepburn’ün fotoğrafları da bulunuyordu.

6- Emgen Optik (1901)

Eczacı Salih Necati Emgen'in 1901'da Üsküdar Meydanı'nda ilk Eczanesini açmasıyla Emgen Optik dünyaya geldi. Fenni Gözlük satışı, o dönemde henüz Gözlükçülük kanunu çıkmadığından, yüksek okul mezunları olan eczacılara bırakılmıştı.

Bu durum Cumhuriyet döneminde 1939 yılında çıkan Gözlükçülük Kanunu'na kadar devam etti.

Eczacı Salih Necati, cumhuriyetin kuruluş yıllarında Sirkeci'deki yeni yerine geçerek, Gözlükçü-Eczacı olarak bu sektörde isim yapmaya başladı. Soyadı Kanunu'nun çıkmasıyla, Orta Asya Türk Dillerinde "İlaç yapan, Şifa veren" anlamına gelen "EMGEN" ismini seçti.

Firmanın gözlük işine ağırlık vermesi 1925 yılından sonra başlar. Salih Necati Emgen'in 1948 yılında vefatından sonra oğlu Rahmi Emgen, kendiside Eczacı olmasına rağmen yalnız Gözlükçülük üzerine yoğunlaşarak, 1948 de, halen aynı yerde faaliyet gösteren, Beyoğlu İstiklal caddesindeki mağazayı açtı. Firma, 1978'den beri Çetin Emgen idaresinde faaliyet gösteriyor.

7- Sırmakeş Su (1900)

1900'lü yılların başında Tanzimat Dönemi'nin ünlü romancı ve gazetecilerinden Ahmet Mithat Efendi kendi arazisi olan Beykoz Dereseki Köyü'ndeki özel Müezzinoğlu ormanlarından çıkan suya Sırmakeş adını koyar ve Sırmakeş Su doğar.

Günümüzde Sırmakeş Su, Sapanca Kartepe'den temin ediliyor. Tulumbaları, küpleri, cam şişeleri gören Sırmakeş bugün de faaliyetlerine farklı ambalajlarla devam ediyor.

8- Alevli AŞ Yuda Levi (1898)

1870’li yıllarda Kehribarcıların üç kardeşi ile Yuda Levi’nin üç kardeşi ile birlikte Juda Levy Freres et Fils adlı bir zücaciye şirketi kurdular.

Şirketin ortaklarından Davit Levi kuzeni ile birlikte Rıfat Kehribar ve Davit Levi adi ortaklık kurup aynı adreste işe devam ettiler. 1942 yılında Davit Levi emekli olunca oğlu Şabat Levi babasının işine devam eder. Ve şirketin adı Rıfat Kehribar ve Şabat Levi’ye döner.

1957 yılında Rıfat Kehribar ortaklıktan ayrılır ve aynı adreste Alevli Zücaciye Şabat Levi ve Hayim Levi Kolektif şirketi kurulur ve iki kardeş devam ederler. 1977’den bu yana da kolektif şirket Alevli Zücaciye Tic. A.Ş. olarak aynı adreste devam ediyor.

9- Konyalı Lokantası Ahmet Doyuran (1897)

KONYA'nın Doğanbey ilçesinden 1895 yılında çıkan büyük dede Hacı Ahmet Doyuran 1897'de dört masa ve 16 sandalye ile Sirkeci'de 'Konya Lezzet Lokantası' adıyla mütevazı bir aşçı dükkanı açar.

Bir süre sonra lokantayı damadı Mustafa Doğanbey'e devreder.

Konyalı'nın şöhreti 1940'lardan sonra Nurettin Doğanbey'in çabalarıyla Türkiye'ye yayılır. Yerli yabancı devlet adamlarının, kral ve kraliçelerin, sanatçıların uğrak yeri olur.

Bugün, Doğanbey Ailesi'nin dördüncü kuşağından Mehmet Eren Doğanbey tarafından işletilmektedir.

10- Tarihi Sarıyer Börekçisi (1895)

Tarihi Sarıyer Börek'in geçmişi 1895 yılına kadar dayanıyor. Osmanlı Devleti’nin kıtlık dönemlerine denk gelen 1890’lı yıllarda kurulan Sarıyer Börekçisi Türkiye’nin en eski aile şirketlerinin başında geliyordu. Üstüne pudra şekeri dökülerek ortaya çıkan Sarıyer Böreği’nin yaratıcıları yüz yılı aşkın bir süredir aile şirketi özelliğini korumayı başardı. Ancak tarihi börekçinin aile şirketi olma özelliği dördüncü kuşakta son buldu.

Ailenin son temsilcisi Hüseyin Ondur, şirket borç batağına sürüklenince Sarıyer Börekçisi’ni Cihangir Uzun’a sattı. Ancak Sarıyer Börekçisi isminin daha sonra başka kişilere satıldığı anlaşıldı. Olay yargıya taşındı, isim Uzun tarafından geri alındı. (Kaynak: sarıyergazetesi.com)

Hürriyet kaynaklı haberimizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Avrupa'nın Tencere ve Tavası Kahramanmaraş'ta Üretiliyor!

$
0
0

Geçen yıl 158 ülkeye yaklaşık olarak 2.5 milyar dolarlık ihracat yapan Ev ve Mutfak Eşyaları Sanayicileri hedef büyüttü. Üyelerinin yeni pazarlara açılmasını sağlamak için yurt içi ziyaretlerini sürdüren EVSİD heyeti, Hascevher ve Akyıldız yöneticileriyle bir araya geldi. 

Sektördeki gelişmeleri, problemleri ve çözüm önerilerini yerinde görmek için üye ziyaretlerini yoğunlaştıran EVSİD, üyelerini yeni pazarlar hakkında bilgilendiriyor. Ev ve Mutfak Eşyaları Sanayicileri ve İhracatçıları Derneği Başkanı Burak Önder, sektör için Latin Amerika ve Uzak Doğu pazarlarını hedef gösterdi. 2017’de yüzde 8’lik büyüme kaydettiklerini belirten Ev ve Mutfak Eşyaları Sanayicileri ve İhracatçıları Derneği (EVSİD) Başkanı veİstanbul Kimyevi Maddeler ve Mamulleri İhracatçıları Birliği (İKMİB) Yönetim Kurulu Üyesi Burak Önder, bu yılda benzer bir büyüme göstereceklerini söyledi. Kahramanmaraş’ta üye ziyaretleri gerçekleştiren EVSİD Başkanı Önder, hedeflerinin yeni pazarlar keşfetmek ve eski pazarlardaki mevcut durumlarını devam ettirmek olduğunu ifade etti.

Sektörün ağırlıklı pazar alanları arasında Avrupa Birliği ve Orta Doğuülkelerinin bulunduğunu kaydeden Önder, lokasyon açısından avantajlı olan Türk ihracatçılarının ürün çeşitliliği, kalite ve uygun fiyatla büyük avantaj elde ettiklerini söyledi. Kahramanmaraş’ta Hascevher ve Akyıldız Mutfak Eşyalar firmalarını ziyaret eden Burak Önder, Uzakdoğu ülkelerinin planları arasında önemli bir yer tuttuğuna dikkat çekerek pazar çeşitliliğinin sektör açısından oldukça önemli olduğunu ifade etti.

Günde 50 Bin Adet Tencere Üretiyor

EVSİD heyetinin ziyaret ettiği Hascevher Çelik Tencere Dış Ticaret Müdürü Fatih Dinçer, şirketin çalışmaları hakkında bilgi verdi. Sektörde kapasite olarak da en büyük firma konumunda olduklarını belirten Dinçer, ilk ihracatlarını Macaristan'a gerçekleştiklerini ve hala aynı firma ile çalışmaya devam ettiklerini kaydetti. Son 6 yıldır çelik mutfak eşyalarında ihracat birincisi olduklarının altını çizen FatihDinçer, “Toplam ciromuzun yaklaşık yüzde 70'ini ihracat oluşturuyor. İhracatın da yüzde 30'unu Avrupa ülkeleri, yine yüzde 30'unu Afrika ülkeleri geri kalanını ise Asya, Ortadoğu ve Latin Amerika ülkelerine gerçekleştiriyoruz. Yaklaşık 80 ülkeye ihracatımız var. Çelik, granit olmak üzere günlük 50 bin adet tencere üretiyoruz. Avrupa ve ön Asya’nın adet bazında en fazla ihracat yapan firmasıyız” dedi.

Kişiye Özel Musluklu Tencere Üretti

Bir pazara girmeden önce o pazarın mutfağını araştırdıklarını kaydeden Dinçer şunları söyledi: “Türkiye'de bile satılan ürünler bölgeden bölgeye mutfak kültürüne göre değişiyor. Gireceğimiz ülkenin mutfak kültürünü iyi araştırıyoruz, ürün gruplarımızı ona göre ayarlamaya çalışıyoruz. Bizi bu kadar çok ülkede değerli kılan etkenler de bunlar. Bir başka önemli konu ise müşteriyi dinliyoruz. Bizden beklediği ürünü nasıl geliştirebiliriz onun üstünde çalışıyoruz. Örneğin bir müşterimiz için musluklu tencere üretiyoruz. İtalya'ya Türkiye'de rağbet görmeyen makarna tenceresi satıyoruz. İki tasarımcımız var. Kalıplarımızı da kendi bünyemizde yapıyoruz. Bunlar da ürünleri daha hızlı çıkarmamızı sağlıyor. Bünyemizde yaklaşık 1000 kişi çalışıyor. Çelik tencereyi, teflonu, graniti kendimiz üretiyoruz. Aksesuarlarımızı da biz kendimiz üretiyoruz ve tasarımlarını kendimiz yapıyoruz. Bu bizim elimizi güçlendiriyor, bize hız kazandırıyor ve fiyat avantajı sağlıyor. En önemlisi aksesuar kısmında müşteriye daha fazla opsiyon sunabiliyoruz. Üretimimizin yüzde 70’ni kendi markalarımızla yapıyoruz.”

 Sahil Kesimi Ucuz Tencere Tercih Ediyor

 2017 yılının Hascevher için güzel geçtiğini ifade eden Fatih Dinçer, “Granit tencerelere yeni başladık, Hedefimiz pişirme grubunun kullanıldığı tüm ülkelerde kendi ürünlerimizi satmak. Amerika pazarında çok daha güçlü olabileceğimizi düşünüyoruz. En güçlü olduğumuz bölge Balkanlar. Tüketici alışkanlıkları çok önemli. Ortadoğu'da sağlam olduğu düşünüldüğü için daha çok metal kulplar tercih ediliyor. Fakat Türkiye'de metal kulpun ısınmasından dolayı makalit kulp tercih ediliyor. Alışkanlıkları değiştirmek çok zor, mesela Güney Doğu Anadolu bölgesinde büyük boy tencereler satılıyor, ama Marmara bölgesinde aileler daha küçük olduğundan daha küçük ürünler satılıyor. Özellikle deniz kenarı ve yazlık bölgelerde insanlar daha uygun fiyatlı ürünler tercih ediyor. Ama Anadolu'ya baktığınız zaman hala ciddi bir çeyiz kültürü var bu yüzden daha şık ve tasarımlı ürünler tercih ediyorlar.”

 Türki Cumhuriyetler'e Pahalı Nakliyat Engeli

Çin ve Hindistan’ın kendi sektörlerinde güçlü olduğunu ifade eden Dinçer, “Pişirme gruplarında bizim rakibimiz Çin. Azerbaycan'ı saymazsak Türk Cumhuriyet'leri en zayıf olduğumuz bölge ve bu nakliye ile alakalı bir durum. Latin Amerika'ya bile gemiyle yükleme yapıyoruz. Ancak buradan TIR’la Kazakistan’a ürün gönderdiğimizde çok ciddi bir nakliye maliyeti çıkıyor. Bu bölgede başarılı olabilmek adına nakliye problemini çözmek gerekiyor. Rusya başarılı olduğumuz ilk 5 ülkeden biri. Rusya bizim için önemli bir pazar. Son yıllarda yurt dışında Türk dizilerinin büyük rağbet görmesi sektörümüz açısından mutluluk verici. Görüşmelerde mutlaka Türk dizilerinden konu açılıyor” diye konuştu.

İthalattaki Vergi Artışı İç Piyasaya Yaradı

EVSİD Başkanı Burak Önder ve ekibinin ziyaret ettiği bir başka Kahramanmaraşlı firma olan Akyıldız Mutfak Eşyalar Yönetim Kurulu Üyesi Sedat Tekinşen, Ekonomi Bakanlığı’nın ithalat alanında yaptığı ekstra vergilendirmenin son 1 yıldır meyvesini vermeye başladığını söyledi. Tekinşen, bu sayede iç piyasaya dönüşün başladığını ifade etti. Kendi markalarıyla yurt dışında büyük zincirlerde yer almak istediklerini belirten Tekinşen,“2017’den itibaren kendi markalarımızı üretmeye başladık. 20’ye yakın patentli markamız bulunuyor. Renk çeşidi olarak çok iyi durumda yer alıyoruz. Ahşap ürünler Latin Amerika’ya girişimizde anahtar oldu. Yurt dışından gelen talepler bizi yukarılara çıkartıyor” dedi.

Renkli Ürünlere Yönelme Var

Firma olarak cirolarının yüzde 70’nin ihracattan oluştuğunu ve yaklaşık 25 ülke ürün sattıklarını ifade eden Tekinşen şöyle konuştu: “Ağırlıklı olarak Orta Doğu, Azerbaycan, Gürcistan ve Rusya pazarında varız. Orta Doğu’da bir tek İsrail’de yer almıyoruz. 2017 yılını yüzde 20 oranında büyüme ile kapattık. Bu yılda Avrupa pazarına girmek ve yüzde 20’nin üzerinde büyümek en büyük hedefimiz. En az 10 ülkeye daha açılmayı hedefliyoruz. 2 seri ürün geliştirdik. Haftaya İtalya, ondan sonra da İngiltere’de fuarda yer alacağız. Avrupa’nın bizim için çok önemli bir pazar olduğunu biliyoruz. Orta Doğu’da gitmediğimiz müşteri bulunmuyor. Avrupa’da 3 tane büyük süpermarket ile görüşüyoruz. Haziran ayında ürünlerimizle bu marketlerde yer alacağız. Yurt içindeki payımızın yüzde 50’sini ihracata kaydırmak istiyoruz. Çünkü yurt içinde oldukça iyi rekabet var. Boyalı ürünlerdeki tüketim oranı artıyor. Batı’da moda renkler, Doğu’da ise daha klasik renkler tercih ediliyor. Bizim gruptaki ürünler tahmini olarak 5 yılda değiştiriliyor.”

Haberimizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.


Türk Teknoloji Şirketi Anadolu’dan Dünya’ya Açıldı

$
0
0

2006’da online şehirlerarası otobüs biletleri satarak Türkiye’nin önde gelen bilet satış platformu olan Biletall, şimdilerde 200 otobüs firması, 500 yerli ve yabancı havayolu şirketi ve feribot ile tren biletlerini tek potada kullanıcılarıyla buluşturuyor.

Online ve geleneksel seyahat acentesi satış kanalları sayesinde Biletall, 2016 ve 2017 yılları arasında bilet satışlarında yüzde 42'lik bir artış elde etti. Gelişen e-ticaret ivmesiyle yabancı yatırımcıların ilgi odağı olan Biletall yabancı yatırımcıların da gözdesi durumunda. Yaklaşık 13,6 milyar dolarlık fonu yöneten Abraaj Group, Anodolu’nun ilk teknoloji yatırımını Biletall.com’a yaptı.

Türkiye’nin genç nüfusu, ülkenin artan orta sınıfı, online seyahat pazarı ve yükselen internet kullanım alışkanlıkları, hızlı ve karlı büyüyen teknoloji şirketleriyle ortaklık yapmanın önemli bir fırsat olduğunu ortaya koyuyor.

Biletall CEO'su ve Yönetim Kurulu Üyesi Yaşar Çelik, "Anadolu merkezli bir firma olarak Anadolu’daki ilk teknoloji yatırımını almış olmaktan gurur duyuyoruz. Abraaj'ın Biletall için doğru ortak olduğuna inanıyoruz ve önümüzdeki dönemde Abraaj ekibi ile birlikte çalışmayı sabırsızlıkla bekliyoruz" diye konuştu.

Çelik sözlerini şöyle sürdürdü: ‘’Abraaj, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de güçlü büyüme fırsatları gördüğü şirketlere ve sektörlere yatırım yapıyor. Biletall’ın kurulduğu günden bugüne planlı büyüme trendini yakalaması, potansiyeli, oluşturduğu cironun büyüklüğü, ekibin işe olan hâkimiyeti, inovatif iş modellerine olan yatkınlığı bu ortaklık kararında önemli rol oynadı. Ortaklık kararının temelinde Abraaj’ın Biletall’a, bu sektöre ve işin geleceğine inanması yatıyordu.’’

Biletall hakkında daha detaylı bilgi edinmek isterseniz www.biletall.com web adresini ziyaret edebilirsiniz.

Haberimizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Hobi Olarak Başladığı Kaz Yetiştiriciliği Gelir Kapısı Oldu!

$
0
0

Ankara’da emekli olduktan sonra internetten gördüğü kaz yetiştiriciliğine hobi amacıyla başlayan Mesut Kayan, iki yıl içerisinde ürettiği 700 kaz ile bu yıl 5 bin kaza ulaşmayı hedefliyor.

Zamanının büyük bölümünü, Çubuk ilçesi Çit köyü Avdullah Mahallesi'nde babasından kalma evinde geçiren 51 yaşındaki Kayan, emekli olduktan sonra hobi olarak kaz beslemeye başladı. Evinin yanındaki küçük bahçede 70 damızlık kaz besleyerek başladığı yetiştiricilikte 2 yıl içerisinde 700 kaz üreten ve bunların bir kısmını satarak gelir elde eden Kayan, elinde bulunan 330 damızlık kazla bu yıl 5 bin hayvana ulaşmayı amaçlıyor.

Kayan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, emekli olduktan sonra internetten gördüğü kaz yetiştiriciliğine merak saldığını ve bir süre sonra köydeki babasından kalan eve dönerek kaz yetiştirmeye başladığını söyledi.

İlçede kaz yetiştiriciliğinin fazla bilinmediğini anlatan Kayan, mahalle sakinlerinin kent merkezinde olmasına rağmen sıkılmadan işini severek yaptığını belirterek, "Küçüklükten beri doğaya özlemim vardı. Köye dönerek baba ocağında hobi amaçlı da olsa bir şeyler yapmak ve doğayla iç içe yaşamak istedim. En az yatırımla ne yapabilirim diye araştırırken tavuk yetiştiriciliği aklıma geldi. Aldığım tavuklar iklim şartlarına dayanamayarak kısa sürede hastalanarak telef oldu." diye konuştu.

2018 Hedefi Kaz Sayısını 5 Bin'e Çıkartmak

Tavukların ölmesine çok üzüldüğünü ama bunun kendisini yıldırmadığını vurgulayan Kayan, şöyle devam etti: "Bölgemizin iklimine uygun bakımı kolay ne var diye internetten araştırırken kaz yetiştiriciliğini gördüm. Biraz araştırdıktan sonra 70 damızlık kaz aldım. Yumurtadan çıkartmak için kuluçka makinesi de aldım. Sonra yumurtlamaya başladılar. Biraz da yumurta satın aldım ve kaz sayısını 700’e çıkarttım. Büyüttükten sonra 330 tanesini damızlık koyarak, geri kalanını sattım. Bu yılki hedefim inşallah bu sayıyı 5 bine çıkartmak."

"Hem Köye, Hem Kazlarıma Bakıyorum"

Kayan, eşi ve çocuklarının Ankara merkezde yaşadığını aktararak, "Tatillerde gelirler birkaç gün kaldıktan sonra geri giderler. Kışları köyde kimse yaşamaz. Ben hem köye bakıyorum hem kazlarıma. Tek başıma yaşamam rağmen hiç sıkılmadan duruyorum. Çok şükür kaz üretiminden gelirim çok iyi oldu. Tarımda alternatif arayan diğer çiftçilerimize bunun örnek olmasını da isterim. Tek sıkıntı sesleri çok fazla. Köylüleri rahatsız etmemesi için yaz gelmeden köyden uzak bir yerde yeni yer yapacağım inşallah." dedi.

Tanesinin 120 ila 150 lira arasında alıcı bulduğunu anlatan Kayan, "Bir kaz ırkına göre 15 ila 50 arasında yumurta veriyor. Burada aralarında Çin, linda, kırma ve yerli kazlardan oluşan 5 çeşit ırk var. Satışımız da çok kolay oluyor." diye konuştu.

Kayan, kaz yetiştiriciliğine başladıktan sonra kendisini örnek alanların olduğunu da sözlerine ekledi.

AA kaynaklı haberimizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Halit Dede ve Torunundan Sosyal Girişimcilik Örneği!

$
0
0

Eskişehir’de yıllardır topladıkları mavi kapaklar ile engelli vatandaşlara umut ışığı olmaya devam eden Halit Aydoğan ve torunu Melike Sarıtaş, şimdiye kadar 98 tekerlekli sandalye alarak engelli vatandaşlara umut oldu. 

Her şey mavi kapak kampanyasının ilk başladığı günlerde yaşandı. O sıralarda okullarda meşhur olan kampanya ile birçok engelli vatandaşa tekerlekli sandalye alınmıştı. Melike Sarıtaş da bu kampanyaya katılarak okul birincisi olmayı hedefledi. Fakat 15 kapak eksik topladığı için yarışmada birinci olamadı. Bu duruma çok üzülen torununu gören Halit Aydoğan, sonraki yıl yapılan yarışma için Melike Sarıtaş ile birlikte binlerce kapak topladı. Ardından dede Aydoğan ve torun Sarıtaş, evlerinin bir kısmını mavi kapaklara ayırırken, çevredekilerin de desteğini alarak engellilere umut ışığı olmaya başladı. Dede ve torun yıllardır topladıkları bu mavi kapaklar ile geçtiğimiz yıl 88. tekerlekli sandalyeyi almışlar ve sahiplerine teslim etmişti. Bu yıl toplanan kapaklar ile 10 adet tekerlekli sandalye alınırken, toplam sayı 98 oldu. Bu tekerlekli sandalyelerin 4 tanesi hemen ihtiyaç sahibi engellilere ulaştırılırken, 6 adeti önümüzdeki günlerde sahiplerine teslim edilecek.

Halit Dede: 'Türkiye'den Rakiplerim Olsun'

Sümer Mahallesi Fatih Sokak'ta ikamet eden dede ve torunu, çevredeki vatandaşlardan daha fazla ilgi bekliyor. Evlerde atılan mavi kapakların kampanyaya dahil edilmesini isteyen 72 yaşındaki Halit Aydoğan, hedeflerinin 150 tekerlekli sandalye olduğunu söyledi. Aydoğan, "Her sene 8 ila 10 arasında tekerlekli sandalye veriyoruz. Bugüne kadar 88 tane tekerlekli sandalye verdik, 4 tanesi geçtiğimiz günlerde sahiplerine ulaştırıldı. 6 tane de şu anda elimizde var ve ilerleyen günlerde verilecek. Böylece sayı 98 olacak. Hedefimiz Allah'ın izni ile 150'dir. Bunu tamamlayınca mutluluğumuza ereceğiz. Vatandaşlarımızın desteği olmasa zaten biz bunu yapamayız. Bizim tüm gücümüz vatandaşlar. Eskişehir'in her mahallesinden bize yardımcı olan vatandaşlar var. Vatandaşların gönderdiği kapaklar ile alınan tekerlekli sandalyeler burada. Tekerlekli sandalyeleri verdiğimiz kişilerin tek tek isimleri ve adresleri mevcuttur. Akıllarına zerre kadar bir şey gelmesin ama Eskişehir'de istiyorum ki bana bir rakip çıksın. Sadece Eskişehir'de değil, Türkiye'den rakiplerim olsun. Ben bugün 98 araba verdim, inşallah onlar 128, 138, 300 araba verir. Böyle rakipler istiyorum. Engelli kardeşlerime de engelsiz hayat diliyorum. Herkes bir engelli adayıdır ve engelsiz olanlar bunu unutmasın" dedi.

Halit Dede ve Torunu Rekora Koşuyor

Yaptıkları çalışmayla yaşadıkları mutluluklarını ifade eden 16 yaşındaki torun Melike Sarıtaş ise; "Yıllardır dedemle bu işi yapıyoruz. Yaptığımız için de çok mutluyuz. İzleyenler bu duyguyu nasıl anlar bilmiyoruz ama 98. arabayı verdiğimiz için çok mutluyuz. Engelli vatandaşlara elimizden geldiği kadar çok yardımcı olmaya çalışıyoruz. Bize bir kapak bile gelse, çok fazlasıyla mutlu oluyoruz. Bu konuda mahalledeki büyüklerimiz daha çok yardımcı oluyor. Esnafımız özellikle ama ben kendi yaşıtlarımdan da destek görmeyi çok istiyorum. Hedefimiz gözlerimizi yumana kadar. Elimizden geldiği kadar engelli kardeşlerimize yardımcı olacağız. İlk başlarda hedefimizi 150 tekerlekli sandalye olarak belirledik. 150 olunca artık gözlerimizi kapatana kadar, ölene kadar devam edeceğiz. Çünkü engelli kardeşlerimizin mutluluklarını gördüğümüz zaman biz dedemle daha çok mutlu oluyoruz. Geçen yıl 88. arabamızı almıştık. Bu yıl 98. arabamızı alıyoruz. Engelli arabalarının 4'ünü verdik, şu anda 6'sı burada. İnşallah toplumuzun da desteğiyle daha çok engelli arabası alacağız" dedi.

Hürriyet kaynaklı haberimizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Türkiye'de 100 Yıldan Fazla Yaşamayı Başaran Firmalar - 3

$
0
0

Türkiye'de tarihi 100 yılı aşan firma sayısı da 100 yılı bulan firma sayısı da çok değil. Bir çok firma ikinci-üçüncü kuşaktan sonra yaşanan sorunların kurbanı oluyor.

Peki. binlerce şirketin yok olup gittiği bir süreçte ayakta kalan Türkiye firmaları hangileri?

1- REBUL (1895)

Rebul Eczanesi, 1895 yılında Jean Cesar Reboul tarafından İstanbul Beyoğlu’nda Grande Pharmacie Parisienne-Büyük Paris Eczanesi adıyla kurulur.

Osmanlı’nın son dönemine tanıklık eden ve günümüze kadar kurulduğu yerde yaşamını sürdüren tek eczanedir.

Cumhuriyet tarihinin ilk eczacılarından Kemal Müderrisoğlu, 1920’de üniversitenin ikinci yılında staj yapmak için Rebul Eczanesi’ne başvurmasıyla başlayan ve uzun yıllar süren bu hem ortaklık hem de baba oğul ilişkisi; 1938 yılında Türk halkını lavanta kolonyası ile tanıştırır. Önceleri Bay Reboul’un bahçesinden yetiştirilen lavantaların uçan yağlarından elde edilen kolonya, daha sonra her yıl Fransa’nın güneyinde Grasse kentine yakın bölgelerden gün ağarana kadar toplanan lavanta çiçekleri ile üretilmeye başlanır.Sene 1939’u gösterdiğinde Bay Reboul ülkesine dönerken, eczanesini hayattaki tek yakını olan genç ve çalışkan eczacı Kemal Müderrisoğlu’na devreder.

Akabinde eczanenin ismi Rebul olarak değişir. Rebul Lavanda Kolonyası ise o dönemin en gözde kokularından biri haline gelir ve adı Pera ile özdeşleşir.

2- Hasanpaşa Fırını (1893)

1893 yılında fırın olarak Hasan Paşa tarafından yapıldı. 124 senedir Beşiktaş'taki yerinde faaliyet gösteren fırın ilk yıllarda ekmek yapımı ile meşhurken sonraki yıllarda kuru pasta türü unlu mamuller üretimine de başladı. Fırın halen dördüncü kuşak tarafından işletiliyor.

Fırına ismini veren 7-8 Hasan Paşa'nın hikayesi ise şöyle: "Osmanlı zamanında Hasan diye bir çalışan padişahın hayatını kurtarıyor. Bunun üzerine paşa oluyor.

Fakat paşa olan kişinin imza atması lazım ve Hasan'ın okuma-yazması yok. Ona eski Türkçe'de bir yedi bir de sekiz çizerse "Hasan" diye okunacağını söylüyorlar. Adı da bunun üzerine "7-8 Hasanpaşa" diye kalıyor."Kaynak: mimarizm.com

3- Tuzcuoğlu Nakliyat Tuzcuzade Ahmet Bey (1893)

Tuzcuoğlu Ailesi'nin o zamanki reisi Tuzcuzade Ahmet Bey, Konya’da tuz ticareti ve nakliyesiyle uğraşmaktadır. Aile I. Dünya Savaşı sonrası İzmir’e göç eder.

İzmir’de daha sonradan şirketin simgesi olacak olan at arabalarıyla nakliyat işine devam eder. İhraç mallarını depolardan limana nakliyat işini ve askeri nakliyat işini yürütürler. 1950’li yıllara gelindiğinde Türkiye’de Nato dolasıyla kurulan üsler ve tesislerde görevli askeri ve sivil personele hizmet vermek amacıyla, ev eşyası taşımacılığına profesyonel olarak başlanır. Tuzcuoğlu, Ankara (Merkez), İstanbul, İzmir ve Adana’da bulunan şubeleriyle faaliyetlerine devam ediyor.

4- Hacı Şakir Hacı Ali (1889)

Kırım’da Kazan Tatarı Hacı Ali Bey, Volga Nehri boyunda adacıklardan birinin üzerinde sabun ve mum üretmektedir. Ancak bir sel felaketinin ardından taşınmaya karar verir ve İstanbul’a göç eder.

Laleli At Pazarı’nda evinin altında tezgahını 1889 yılında yeniden kurar. Hacı Şakir daha sonra Sabuncuoğlu soyadını alır.

Türkiye Cumhuriyeti'nin 91 numaralı Ticaret Sicili'ne sahip şirketi olan Sabuncuzade M. Şakir ve Mahdumu Müessesatı Ticari ve Sınai Türk Anonim Şirketi'nin kuruluşu, bizzat Atatürk'ün imzasıyla 1925'te tescil edilir. Unvanda bulunan ve çok az sayıda kuruluşa verilen 'Türkiye Anonim Şirketi' ibaresi ise kuruluşta yıllarca iftihar konusu olur. Daha sonra Hacı Şakir, İstanbul Ticaret Odası'nın 9'uncu, İstanbul Sanayi Odası'nın ilk şirketi olur. Hacı Ali Bey’den sonra oğlu, torunları, dört kuşak şirketi yönetirler.

Şirket daha sonra önce Maya Grubu’na, 1991 yılında da Colgate Palmolive’e satılır.

5- İmam Çağdaş Kuruluş Yılı  (1887)

Gaziantep denince akla ilk gelen yerlerden biri olan İmam Çağdaş’ın tarihi 1887 yılına uzanıyor.

Halep’ten gelen Hacı Hüseyin Efendi (Çağdaş) kentin 34’üncü esnafı olarak Maarif’te bir dükkan açar. Daha sonra Gaziantep Kalesi’nin yerleşim alanı olarak ihtiyaca cevap vermemesi üzerine çevrede birçok han yapılır ve kentin ilk çarşısı olan Uzun Çarşı kentin merkezi olur.

Hacı Hüseyin Efendi’de 1898 yılında Uzun Çarşı’ya taşınır. Hacı Hüseyin Efendi’den sonra işi devralan ve müesseseye ismini veren İmam Usta, vefat ettiği 1964 yılına kadar çalışmaya devam eder. İmam Usta’dan sonra da oğlu Talat Çağdaş bayrağı devralır.

Bugün asırlık aile şirketini, babası İmam Usta’dan bayrağı devralan Talat Çağdaş ve oğlu Burhan Çağdaş birlikte yaşatıyor.

6- Vefa Bozacısı Kuruluş Yılı (1876)

Hacı Sadık Bey, 1870 yılında Arnavutluk Prizren'den İstanbul'a gelir. O yıllarda bozanın sulu kıvamlı, esmer renkli ve ekşi lezzetli biçimde, şehir halkından 200’e varan esnaf tarafından yapılıp satıldığını görür.

O dönemde farklı bir yöntem dener ve bugünkü haliyle yani koyu kıvamlı, açık sarı renkli henüz yeni mayalanma kabarcıklarının oluştuğu andaki çok hafif ekşimsi lezzeti, bu markanın ilk imzası olur.

Evinin altında kendi imkanları ile ürettiği bozasını, altı yıl boyunca kış geceleri saray ve çevresinde, omzunda taşıdığı bakır güğümlerle dolaştırarak tanıtır. Hacı Sadık Bey, artan talep karşısında cesaretlenir. Zamanın saraylı, aristokrat aileleri ile bürokratlarının oturduğu İstanbul'un en gözde semtlerinden biri olan Vefa'da, 1876 yılının Eylül ayında boza ürününün dünyadaki ilk resmi ticarethanesini açar.

Vefa semtinde açılan bozacının adı “Vefa Bozacısı” olarak belirlenir ve bu ata içeceği ürüne hem bir standart getirilir hem de bir meslek haline gelerek nesiller boyu devamlılığı sağlanır.

Hacı Sadık Bey, çok fazla ilgi gören bu özel Türk içeceğinin kıvam ve lezzetini koruyabilmek için yıllar boyu bizzat kendisi üretir. Daha sonraki yıllarda, oğlu İsmail Hakkı Vefa'yı da yanına alarak Vefa Bozacısı üretimine beraber devam ederler.

Hacı Sadık Bey’le başlayan üretim, bugün 4. nesil aile fertleriyle devam ediyor.

7- Kuru Kahveci Mehmet Efendi (1871)

19’uncu yüzyılda Türk kahvesi çoğunlukla çiğ çekirdek olarak satılıyor, evlerde tavada kavrulduktan sonra el değirmenlerinde çekiliyor ve içiliyordu.

1871 yılında işi babasından devralan Mehmet Efendi, çiğ çekirdek kahveyi kavurup dibekte öğüterek müşterilerine hazır olarak satmaya başlar. İstanbul Tahmis Sokağı’nda taze mis gibi kavrulmuş kahve kokusu çevreye yayılmaya başlar. Mehmet Efendi müşterilerine sağladığı bu kolaylıkla, bir süre sonra “Kurukahveci Mehmet Efendi” lakabıyla anılır.

1931 yılında vefat eden Mehmet Efendi’nin ardından oğulları Hasan Selahattin, Hulusi ve Ahmet Rıza Beyler baba mesleğini sürdürdüler.

Aile 1934 yılında “Kurukahveci” soyadını aldı. Genç yaşta hayata veda eden Hulusi Bey’in ardından yönetimi, yurtdışında eğitim görmüş olan en küçük kardeş Ahmet Rıza Kurukahveci devraldı. Bu dönemde kahve, parşömenli kâğıt paketlere konularak şehir içindeki bakkallara otomobil ile dağıtılmaya başlandı. Böylece Türkiye’de bir ilk daha gerçekleştirilmişti.

Ayrıca o yıllarda büyük yenilik olarak tanımlanan afiş ve takvim çalışmaları ile firmanın reklamları yaygınlaştırıldı. Özel arabalarla yurtiçinde kahve dağıtımı da bu dönemde başladı. Galatasaray Sahne Sokak'ta bir şube açıldı.

Bugün Kurukahveci’nin yönetiminde olan Mehmet Efendi’nin torunları; Ahmet Rıza Kurukahveci’nin vefatından sonra yönetimi devraldılar. Mehmet Efendi’nin kahve öğüttüğü dibekleri bir asır sonra geliştirdiler ve ortaya yeni kahve makineleri çıktı.

1871 yılında Tahmis sokakta faaliyete başlayan işletme, bugün tüm dünyaya hizmet veriyor.

8- Karaköy Güllüoğlu Hacı Mehmet Güllü (1820)

Güllü Ailesi, 1800’lü yıllardan beri baklavacılık yapıyor. Ailede baklavacılığa ilk başlayan kişi ise Gaziantep’te “Güllü Çelebi” diye anılan Hacı Mehmed Güllü.

Gaziantep’te tatlıcılık mesleğine giren Güllü Çelebi, meslekte ilerleyebilmek için tatlıcılıkta en ileri bölgeler olan Halep ve Şam’a gitti ve altı ay kalıp baklavacılığın inceliklerini öğrendi.

Gaziantep’e dönünce de bir baklava tezgâhı kurdu. Güllü Çelebi’nin vefatından sonra oğlu Hacı Mahmud Güllü, baba mesleğini sürdürdü ve oklava ile tek tek açılan ince yufkadan baklava yapımını başlattı.

Hacı Mahmud Güllü’nün dört oğlu da baklavacı olarak yetişince, Güllü Ailesi’nde baklavacılık bir gelenek halini aldı.

9- Hacı Bekir Lokumları, Hacı Bekir (1777)

Türkiye'nin en eski şirketi 1777 yılında kurulan Hacı Bekir Lokumları. Kastamonu'nun Araç ilçesinden İstanbul 'a gelerek 1777 yılında Bahçekapı'da açtığı küçük şekerci dükkanında, lokum, akide gibi şekerleri imal edip satmaya başlayan ve daha sonra 1817-1820 yıllarında hac görevini yerine getirmesiyle Hacı Bekir olarak anılacak olan, Şekerci Hacı Bekir Efendi'nin kurduğu şirket, bugün beşinci kuşak tarafından yönetiliyor.

Şekerci Hacı Bekir Efendi'nin, Türk lokumunun "Turkish Delight" olarak tanınmasında da büyük katkısı oldu.

10- Elmacı Pazarı Güllüoğlu - Mahmut Güllü (1850)

1850'de kurulan Elmacı Pazarı Güllüoğlu, Güllü ailesinin ilk baklavacılık yaptığı dükkan olarak biliniyor.

Aynı zamanda Antep Baklavasının da doğduğu yer olan bu dükkan, tarihi dokusu ile gelenleri o yıllara alıp götürüyor.

O zamanlar henüz Gazi ünvanını almamış olan Antep'te, Elmacı Pazarı'nda kurulan Baklavacı Güllüoğlu'ndan yetişmiş olan nice ustalar şimdi dünyanın dört bir yanında baklavacılık yapıyorlar.

11- Altan Şekerleme (1865)

Karagözoğlu Emin Bin tarafından, 1865 yılında kurulan Altan Şekerleme, 1. Dünya savaşına kadar kendisi tarafından çalıştırılır.

Savaş esnasında beş çocuğundan 4 ü şehit olur. Daha sonra kendisi de hac için yola çıktığında geride kalan oğlu Mustafa Altana üç kese altın bırakarak Altan şekerlemenin devam etmesini ister.

Karagözoğlu Emin Bin hac ( Hicaz ) vazifesini yerine getirmek için gittiği MEKKE de vefat eder. 

1894 doğumlu Mustafa Altan 1973 yılında Altan şekerlemeyi 2 çocuğuna devreder ve 1974 de de vefat eder.

Çocuklardan büyük olan Abdullah Altan ve kardeşi 1973 yılında babalarından devraldıkları Altan şekerlemeyi bir yıl ortak yürütürler, 1974'de anlaşamadıkları için ayrılırlar.

Ayrılığın ardından Altan şekerleme ismini Abdullah Altan devralır.

Abdullah Altan 1974 de devraldığı Altan şekerlemeyi halen, oğlu Hakan Altan'la beraber yürütmekte.

Hürriyet kaynaklı haberimizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Türkiye'den Elektrikli Araçları İki Kat Fazla Götüren Batarya!

$
0
0

Erzurum'da Atatürk Üniversitesi'nde bir öğretim üyesi, elektrikle çalışan araçlarda lityum bataryalara göre iki kat fazla yol alınmasını sağlayacak yakıt pili üretmeyi başardı.

Erzurum'da Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ayşe Bayrakçeken Yurtcan, geliştirdiği nanomalzemeler aracılığıyla elektrikle çalışan araçlarda 5 dakikalık dolumla şarj olup yaklaşık 480 kilometre yol gitmeyi sağlayan ve lityum bataryalı araçlara da rakip olacak yakıt pili üretti. Üniversitenin Mühendislik Fakültesi Kimya Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi olan ve yakıt pilleri üzerine 16 yıldır bilimsel çalışma yapan Doç. Dr. Yurtcan, bu alanda önemli başarılara imza attı.

Elektrikle çalışan araçlardaki lityum bataryaya rakip olacak yakıt pili alanındaki çalışmasıyla geçen yıl Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Başarılı Genç Bilim İnsanı Ödülü'nü (GEBIP) alan Yurtcan, geliştirdiği nanomalzemeler sayesinde elektrikle çalışan otomobillerde 5 dakikalık dolumla şarj olan yakıt pili üretmeyi başardı.

Elektrikli araçlarda lityum bataryalar yerine kullanılabilmesi bakımından önem arz eden ve 5 dakikada şarj olan yakıt pillerinin takılacağı araçlar, 480 kilometre yol kat edebilecek. Çevre dostu olan yakıt pili, bu özelliği dolayısıyla elektrikli araçlarda kullanılan ve 30 dakika ile 12 saat arasında dolup 240 kilometre gitmeyi sağlayan lityum bataryalara rakip olacak.

Yurtcan, Birleşmiş Milletler (BM) "11 Şubat Bilimde Kadınlar ve Kız Çocukları Uluslararası Günü" dolayısıyla yaptığı açıklamada, bilimsel çalışmalarını daha çok yakıt pilleri üzerinde yaptığını ve bunlar için nanomalzeme geliştirdiğini söyledi.

Doç. Dr. Ayşe Bayrakçeken Yurtcan, elektrikli otomobillerde yakıt pilli ya da lityum bataryalı olmak üzere iki sistem kullanıldığını ifade ederek, bu sistemler arasındaki farkı şöyle anlattı:

"Lityum bataryaların şarj süresi 30 dakika ila 12 saat ve oldukça yüksek, ayrıca bir şarjla yaklaşık 240 kilometrelik yol gidiliyor. Bizim ürettiğimiz yakıt pillerinde ise 5 dakikalık dolumla yaklaşık 480 kilometre yol gidilebiliyor. Yakıt piline hidrojeni beslediğimizde hidrojenin dolumu yaklaşık 5 dakika sürüyor. Yani içten yanmalı motorun deposu ne kadar sürede doluyorsa yakıt pilli araçlarda da o şekilde doluyor."

Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan Ödül Aldı

Üniversitelerde bu konularda daha farklı çalışmalar yapıldığını anlatan Yurtcan, yakıt pili çalışmalarıyla 2017 TÜBA GEBİPödülünü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın elinden aldığını söyledi.

Doç. Dr. Yurtcan, söz konusu bilimsel çalışmaları devletin desteklediğini ve önemsediğini vurgulayarak, şunları kaydetti:

"Kalkınma Bakanlığı yakıt pili konusunda alt yapıyı oluşturmak için proje çağrısına çıktı. Nano teknolojide en çok dikkat etmemiz gereken sağlık, enerji ve savunma sanayi. Biz enerji ayağındayız. Şu an dünyada yüzde 75 oranında fosil yakıt bazlı enerji kullanımı var. Dolayısıyla biz yakıt pilleriyle hidrojeni kullanarak çevresel olarak çok temiz ve sadece su buharının çıktığı bir sistemle elektrik elde etmiş olacağız. Bu hidrojeni de alternatif kaynaklardan elde ettiğimizde daha çok temiz ve çevre dostu teknolojiyle elektrik üretimi gerçekleştireceğiz."

Girişim Haber ekibi olarak Atatürk Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ayşe Bayrakçeken Yurtcan hocamızı tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyoruz. 

AA kaynaklı haberimizi tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.

Viewing all 248 articles
Browse latest View live